Nejat Veziroğlu buruk ayrılıyor
Hidrojen enerjisini dünyaya duyuran Prof. Dr. Nejat Veziroğlu, ICHET'teki görev süresi dolduğu için Amerika'ya dönüyor. Türk Hükümeti'nin 4 yıldır kendilerine arsa tahsis edememesinden dolayı üzüntülü olduğunu söyleyen Veziroğlu, ülkenin ekonomik bağımsızlığını hidrojen enerjisi ile sağlayabileceğini ileri sürüyor.
YENİLENEBİLİR


Nejat Veziroğlu ABD'ye dönüyor

Dr. V buruk ayrılıyor


Hidrojen enerjisini dünyaya duyuran Prof. Dr. Nejat Veziroğlu, ICHET'teki görev süresi dolduğu için Amerika'ya dönüyor. Türk Hükümeti'nin 4 yıldır kendilerine arsa tahsis edememesinden dolayı üzüntülü olduğunu söyleyen Veziroğlu, ülkenin ekonomik bağımsızlığını hidrojen enerjisi ile sağlayabileceğini ileri sürüyor.

Dünya iklim değişimini iliklerine kadar yaşarken, hidrojen enerjisine olan ihtiyaç bir o kadar daha yoğunlaşıyor. Çünkü, iklim değişimine neden olan fosil yakıtlara en önemli alternatiflerinden biri hidrojen. Hidrojen enerjisi denince ilk akla gelen ad, Prof. Dr. Nejat
Veziroğlu. Dünyada Dr. V olarak tanınan Veziroğlu, 1970'li yıllardaki "petrol krizi" sonrası
geliştirilen hidrojenden enerji üretimi projesi fikrinin sahibi. İlk olarak dünyada, son birkaç yıldır da Türkiye'de pek çok kişi tarafından tanınıyor. Veziroğlu, dünyanın ve daha da önemlisi Türkiye'nin kurtulmasının hidrojen enerjisi ile olabileceğine inanan ve bu konuda çalışmalar yürüten bir bilim adamı. En önemli projesi ise Uluslararası Hidrojen Enerjisi Teknolojileri Merkezi'ni (ICHET) kurması. Daha önemli olansa, Birleşmiş Milletler Sınai Kalkınma Teşkilatı'na (UNIDO) bağlı merkezi İstanbul'da kurmuş olması.

Mayıs 1994 tarihinde açılan merkezin ilk işlevi, dünyanın hidrojen ekonomisine geçmesini sağlaması. Bu konuda dünyanın birçok ülkesinde ve Türkiye'de çalışmalar yürütülüyor. Ancak, Veziroğlu'nu da üzen bir sorun henüz aşılmış değil. Merkezin yerleşeceği arsanın bir türlü tahsis edilememesi. Kurulduğu günden de önce başlayan arsa tahsis bilmecesi, Türkiye bürokrasisinin içerisinde kaybolmuş durumda. Kendisi sürem doldu gidiyorum dese de, belki de yarım yüzyıl sonra tekrar Türkiye'ye gelen Nejat Veziroğlu'nun geri dönmesine arsa sebep olmuş olabilir.

ABD'den geldiniz, şimdi tekrar dönüyorsunuz. Geldim, işleri yoluna koydum ve huzurlu
bir şekilde gidiyorum diyebiliyor musunuz?

Evet, geldim, gayet güzel kuruldu merkez. Burada raporları var yapılan işlerin. Güzel bir ekip
kurduk, bu ekibin dağıtılmaması lazım. Milletlerarası çapta insanlar var burada; ABD'den, İngiltere'den, Fransa'dan, Hindistan'dan, Mısır'dan. Eğer bunlar giderse, bu çapta insan bir daha gelmez. O zaman burası sıradan bir merkez olur. Yani dünyada yüzlerce merkez var, ama burası dünyanın hidrojen merkezi.

Arsa sorunu oldukça uzadı. Bu süreç bitmezse merkezin İstanbul'daki yeri tehlikeye
girer mi?

Olabilir, olabilir... Zaten kurulma aşamasında Japonlar merkezin kendi ülkelerinde olması için çok ısrar ettiler. Fakat ben Dünya Hidrojen Konseyi Başkanı olduğum için, idare heyetindeki Japonlara, "Dokunmayın, bu Türkiye'de olacak" dedim. Ama ben bırakınca ne olur bilmiyorum

Arsayı alıp bir kampus binası yapacaktınız. Bunu gerçekleştirememiş olmak sizi nasıl etkiledi?

Binaların yapılmamasına üzüldüm tabi. Ben buradayken, binalar tamamlansaydı, merkezimize geçseydik çok daha huzurlu gidecektim. Arsa sorunu merkezde de herkesin canını sıktı.

Çünkü Sarıyer'de merkezin ihtiyaçlarına uygun bir arsa bulmuştuk. Rüzgarı kuvvetli, deniz üzerinde, Karadeniz'in derinlerindeki hidrojen sülfürlü sularından istifade edip Ar-Ge çalışmaları yapılacak, boğaz akıntılarından faydalanılacak bir yerdi. Çünkü merkez aynı zamanda bir pilot proje olacak; bütün enerjisi yenilenebilir kaynaklardan üretilecek hidrojenden sağlanacak ve hidrojenle çalışacak. Bu yeri Çevre ve Orman Bakanlığı verdi. Bakan Osman Pepe, hidrojenin ehemmiyetini gayet iyi biliyor. Küresel ısınmayı kökünden halledecek hidrojendir. "Böyle bir merkeze ev sahipliği etmekten onur duyarız. Siz
seçin ben vereceğim" dedi. Seçtik. Enerji Bakanı'ndan yazı getirin vereceğim o yeri dedi. Ve hakikaten Orman İdaresi, "Yeri verdik" diye yazdı. Arsayı Enerji Bakanlığı talep etti, Çevre ve Orman Bakanlığı verdi. Bu sefer Enerji Bakanlığı'nın, "Kabul ettim o yeri" demesi lazım, ama bir senedir bunu diyemedi. Sebeplerini de söylemiyorlar, çok tuhaf.

Mesela Amerika'da bir yazıya 1-2 günde cevap vermezlerse sebebini söylerler; "Şu sebeplerden dolayı uygun bulmuyoruz, başka yeri arayın" diye. Ama Türkiye'de tam bir dipsiz kuyu, taş atıyorsunuz, ses çıkmıyor.

Arsa sorunu devam ediyor mu hala?

2 ay kadar önce UNIDO'dan bir telefon geldi, "Enerji Bakanlığı 6 yer daha önerdi, onlara da bir bakın" diye. Ambarlı, Ataköy, Tuzla, Cumhuriyet Köyü, Alibeyköy, Ömerli Bunları UNIDO'dan gelen heyetle birlikte tetkik ettik. Yeni gösterilen yerlerden Alibeyköy'dekini beğendik. Raporumuzu yazdık. Raporda, Sarıyer'deki arsanın en uygun yer olduğunu belirttik. İkinci uygunsa, Alibeyköy'deki yer çıktı. Merkezimizden Prof. Dr. Engin Türe'yi Ankara'ya yolladık, Bakan Hilmi Güler ile konuştu. Bakan, "Alibeyköy'ü size verdik" dedi.

Nasıl bir yer burası?

Burası DSİ'ye ait bir arazi. 100 dönüm. Hemen Alibeyköy Barajı'nın yanında. DSİ 14. Bölge Müdürlüğü bize 8 Mart 2007 tarihli bir yazı ile bu yerin verilmesinde bir mahsur olmadığını bildirdi. Yazıda Milli Emlak'a müracaat etmemiz isteniyordu. Bu Kuruma müracaat ettik. Milli Emlak tapulara baktı; o arazi DSİ'den Milli Savunma Bakanlığı'na devredilmiş. Milli Savunma DSİ'nin kullanması için tahsis etmiş. Şimdi Milli Savunma'ya müracaat etmemiz gerekecek.

Yine de biz orayla ilgili proje çalışmasına başladık. Mühendislerimizi gönderdik, ön proje hazırladık. Binayı barajdan 100 metre uzakta yapacağız. Binanın kurulacağı yer TEM Otoyolu'na 10 kilometre uzakta bağlanıyor. Yol üzerinde ambarlar, gecekondular var. Biz Karayolları'na müracaat edip TEM'e direkt bağlantı talep ettik. Hem gidiş-geliş süratli olacak hem de hoş olmayan görüntüler görülmeyecek.

Bir binanızın olmaması projelerinizi etkiliyor mu?

Etkiliyor, ama biz yine de bir düzine memlekette projelere başladık; Çin, Hindistan, Güney Kore, Azerbaycan, Romanya, Türkiye, Libya, Portekiz, Arjantin, Ukrayna, Rusya, İtalya gibi. Brezilya ile müzakereler halindeyiz. Milletlerarası konferanslar yaptık. Türkiye'de 200 tane Fen Bilgisi öğretmenine dersler verdik. Onlar şimdi okullarında öğrencilerine hidrojen enerjisini öğretiyorlar. Türkiye'de ayrıca 15 tane uygulamalı projeye başladık.

Bu projelerde bir ilerleme var mı?

Konsorsiyumlar kuruldu. Mesela Konya'da Pancar Kooperatifleri Birliği (PANKOBİRLİK),
traktör fabrikası ve Selçuk Üniversitesi ile. Burada pancardan hidrojen üretilecek ve bu yakıt doğalgazdan daha ucuz olacak. Yani Türkiye bugün doğalgazdan daha ucuza hidrojen üretebilecek pancardan. Türkiye'ye istihdam yaratacak, tarım işçisi çalışacak, o kadar doğalgaz ithal edilmemiş olacak. Bu üretilen hidrojeni PANKOBİRLİK köylüye yakıt olarak dağıtacak. Konya'daki traktör fabrikası TÜMOSAN hidrojenle çalışan traktör yapacak. Hem mazottan daha ucuz, hem çevre kirliliği yok, hem de dışarıdan gelmeyecek. Gayet güzel bir
proje. Ayrıca, Türkiye'deki otomobil ve otobüs şirketleri hidrojenli araç yapmak için teşebbüslere başladı. Deniz Kuvvetleri 6 tane hidrojenle çalışan denizaltı yaptıracak. Bu merkez kurulmadan önce 2 firma ilgileniyordu hidrojenle, şimdi bunların sayısı 40'tan fazla.
Merkez kurulmadan önce 3 üniversitede hidrojenle ilgili çalışma vardı, şimdi 38'inde var. Türkiye'de bu çalışmalar çok ilerledi.

Uzun zamandır sürüncemede kalan projeler var sanırım?

Türkiye doğalgazdan daha ucuza hidrojen üretebilir, fakat bunun üzerine eğilmek lazım, bir
planlama yapmak lazım. Bunda biraz yavaşız. Petrolün fiyatı daha da artacak. Petrol fiyatı artınca doğalgazın da, kömürün de artıyor. Türkiye dışarıdan ithal ettiği doğalgaz, petrol ve kömüre geçen yıl 30 milyar dolara yakın bir para ödedi. Bu yıl 45 milyar dolar verecek. Eğer kendi yakıtımızı üretebilirsek, bu para Hazinenin kasasında kalacak. Bunun için Sayın Başbakan'a, Sayın Enerji Bakanı'na geçen yıl Temmuz ayında bir yazı yazdım ama bir yanıt alamadım halen.

Peki neler yapmak lazım?

Kanunlar çıkartmak lazım. Mesela şimdi birisi gidip Türkiye'de hidrojen dolum istasyonu kuramaz. Böyle bir istasyonun yerleşim yerine uzaklığı, kullanacağı malzeme, hangi şartlar gerektirdiği belirlenmeli, nizamnameler çıkartılmalı. Hidrojen üretim tesisleri kurmak için özendirici kanunlar olmalı. Daha yeni petrol çıkartmayı özendirici kanun çıktı. Bunun gibi Türkiye'de hidrojen üretmek için özendirici kanunlar çıkartılmalı ve üretilen hidrojeni
devlet doğalgaz fiyatına satın alacaktır denmeli. Çünkü zaten doğalgaza para ödüyoruz. O zaman ülke 30 sene içerisinde bütün yakıtını kendisi üretebilir, fazlasını da Avrupa'ya satarak döviz kazanır. Fakat buna bugün başlamalıyız. Ancak büyük bir atalet var. Bunda petrol firmalarının lobileri etkili oluyor. Çünkü, her ne kadar petrol firmaları ileride hidrojen satacağız diyorlarsa da, bugün büyük karlar ediyorlar petrolden. Yeraltındaki petrolün
tamamını çıkartıp büyük kÂedelim, petrol tükenince hidrojene geçeriz diyorlar.

Sizce hidrojene geçiş ne zaman olacak?

Eğer özendirici tedbirler alınmazsa 2075'lerde bütün dünyada hidrojene geçiş tamamlanacak. Bunda petrol ve doğalgaz üretiminin çok azalmasının da etkisi olacak. Petrol şirketlerinin kendi tahminlerinde de bu öngörüler yer alıyor. Fakat özendirici tedbirler alınırsa, bu tarih çok önce olabilir. Mesela, İzlanda 2030'a kadar hidrojene geçmek için çalışıyor. Türkiye de 2040'a kadar geçebilir, ama bu sene başlarsa.

Nisan sonunda ayrılıyorsunuz görevinizden. Burayı bıraktığınız insanlara neler söyleyeceksiniz?

Son günü bir parti yapacaklar, 30 Nisan'da. Orada, "Bu ekibi muhafaza edin. Engin Bey (Engin Türe) 1 Mayıs 2007'den itibaren merkezin müdürü olacak, O'nu destekleyin" diyeceğim. Zaten burada çalışanların tamamı bu misyona inanmış idealist insanlar.
Dünyayı hidrojene geçirmek için çalışıyorlar, buna devam etmelerini salık vereceğim. Zaten ben arada sırada geleceğim merkeze.

Peki, Türkiye'ye ne gibi mesajınız olacak? Hükümete, şirketlere

Hükümete mesajı geçen yıl verdim, ama cevap gelmedi. Amerika'da Clinton'a yazıyordum, bir hafta içerisinde cevap geliyordu. Başbakan'a yazı yazdım, hiç cevap yok, aldılar mı almadılar mı bilmiyorum? Mektup elden gitti Başbakan'a aslında ama... Bizde hiç yazışma adabı yok. Benim gördüğüm her yerde, İngiltere, Amerika'da bulundum, BM'de çalıştım
böylesini görmedim.