5 sonuçtan 1 ile 5 arası
  1. #1
    Senior Member duygu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.03.2007
    Mesajlar
    589
    Konular
    44
    Tecrübe Puanı
    0

    fosil yakıtlar (kömür,petrol)

    TÜRKİYE’NİN ENERJİ EKONOMİSİNDE OPTİMİZASYON VE ULUSAL ÇIKARLARA UYGUN ENERJİ POLİTİKALARI



    1.GİRİŞ

    Türkiye’nin enerji politikası Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın dökümanlarında; “ülke ihtiyacının amaçlanan ekonomik büyümeyi gerçekleştirecek, sosyal kalkınma hamlelerini destekleyecek ve yönlendirecek şekilde, zamanında, yeterli, güvenilir, ekonomik koşullarda ve çevresel etki de göz önüne alınarak sağlanması” olarak belirlenmekle birlikte, ülkemizin günümüze dek defalarca içine düştüğü enerji krizleri, bu krizleri doğuran tüm olumsuzluklar ve bunlara dayalı olarak oluşan ve gelişen sosyo-ekonomik tahribat, başka bir anlatımla, ülkemiz enerji sektörünün ortaya koyduğu menfi görünümlü tablo, bu politikaya dayanarak yapılan planlamaların ve uygulamaların pek de başarılı olmadığı sonucunu ortaya çıkarmaktadır.

    Pek çok sektörle doğrudan ilişkide bulunan enerji sektörüne olumlu veya olumsuz yönde yapılacak herhangi bir müdahalenin, bu sektörün yapısı gereği, zaman içinde, 10-15 yıl gibi oldukça uzun bir süre sonra etkisini göstereceğini unutmamak gerekir. Bu nedenle enerji ile ilgili olarak uzun vadeli planlar yapmak ve bu planlara uygun politikaları, yurdumuzda çok sık değişebilen siyasi otoritenin iradesi ve etkisi dışında, devamlılık arzeden, enerji konusunda uzmanlaşmış tecrübeli kadrolarla, çok istisnai durumlar dışında tadilat yapmaksızın ve keyfi kararlardan kaçarak uygulamak gerekir.

    Bunların yanında, enerji konusunda geçmişte yapılan bazı hataların tekrarlanmaması zorunludur: Enerji sektöründeki mevcut sıkıntılı durumu ortadan kaldıracak tedbirleri uzun vadeli bir perspektif içinde düşünmemek, yapılan planlamalarda piyasasını kendisi yaratan enerji talep tahminlerini küçük tutmak, enerji cinsi ve kaynak çeşitlendirmesine özen göstermemek, geçmişte olduğu gibi enerjinin bol olduğunu ileri sürüp yeni yatırımları göz ardı etmek veya geciktirmek hatalı yaklaşımlar olarak kabul edilmelidir.

    Bu çerçevede, sayısı 256’yı bulacağı söylenen özel şirketlerin enerji alanındaki her türlü faaliyetinin teknik ve ekonomik yönden kontrolü ve koordinasyonunun etkin şekilde yapılmasını sağlayacak idari düzenlemeler gerçekleştirilmelidir.

    Günümüzde, ülkelerin, ekonomik yönden giderek etkin hale gelen küreselleşme süreci nedeni ile enerji krizlerinin tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir. Ancak, ulusal enerji politikalarının devamlı olarak izlenmesi, gelişen ekonomik koşullara göre sürekli revizyonu ve güncelleştirilmesi sayesinde, bu politikaların çerçevesinde alınacak önlemlerin ve yapılacak uygulamaların gelecek 10-15 yıllık bir zaman diliminde etkili olacağı göz önünde tutularak Türkiye’nin gerek ülke çapında gerekse evrensel boyutta meydana gelecek enerji krizlerinden en az düzeyde etkilenme sağlanabilecektir.

    2. TÜRKİYE’DE ENERJİ SEKTÖRÜNÜN GENEL GÖRÜNÜMÜ

    Ülkemizin enerji talebi hızla artmaktadır. 1999 yılında 78 Mtep olan enerji talebinin yıllık ortalama % 6.8 artış hızı ile

    2005 yılında 129.6 Mtep’e
    2010 yılında 171.3 Mtep’e
    2020 yılında ise 298.4 Mtep’e ulaşacağı planlanmaktadır.

    2000 yılı itibariyle kaynakların enerji türlerinin dağılımı şöyledir:

    Petrol % 44
    Kömür %26
    Doğal gaz % 18
    Hidrolik enerji % 3
    Ticari olmayan kaynaklar % 8 ve
    Yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları % 1
    Grafik
    Bu oranların 2020 yılında

    % 40 kömür,
    % 23 petrol,
    % 25 doğal gaz,
    % 3 hidrolik,
    % 1 ticari olmayan kaynaklar,
    % 2 yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları ve
    % 6 nükleer enerji
    Grafik

    olacağı hesaplanmaktadır. Bu oranlar petrolün talebindeki hızlı düşüşe karşılık kömürün ve son yıllarda kullanımı önemli ölçüde artan doğal gazın genel talep içindeki payının 2020 yılında 2000 yılına göre önemli ölçüde artacağını, nükleer, yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının talebin karşılanmasına kısıtlı oranda katkıda bulunacağını göstermektedir.




    1999 yılı itibariyle elektrik enerjisi sektöründe kaynaklara göre kurulu güç ve elektrik üretim oranları şöyledir:

    Kurulu Güç (%) Üretim (%)
    Taşkömürü 1.3 3
    Linyit 24.3 29
    Petrol 5.9 7
    Doğal gaz 23.6 31
    Hidrolik+Yenilenebilir 44.9 30


    1923 yılında 33 MW kurulu güç ile 45 milyon kWh olan elektrik enerjisi yıllık brüt tüketimi, yıllık ortalama % 11.1 oranında artışla 1999 yılında 26.117 MW kurulu güçle 116.4 milyar kWh’a ulaşmıştır.

    Bu, kişi başına 3.6 kWh’lık elektrik enerjisi brüt tüketiminden 77 yılda ortalama yaklaşık % 9’luk bir artış hızı ile 1840 kWh’e ulaşmak demektir. Bu tüketimin

    2005 yılında 39.896 MW’lık kurulu güce tekabül eden 192.6 milyar kWh’a,
    2010 yılında 46.219 MW’lık kurulu güce karşılık 289.8 milyar kWh’a,
    2020 yılında ise 88.100 MW kurulu güce eşdeğer 547.1 milyar kWh’a
    4 sütunlu grafik
    ulaşması beklenmektedir.

    2000 yılında 1965 kWh olan kişi başına düşen elektrik enerjisi tüketiminin 2010 yılında 3974 kWh' a, 2020 yılında ise 6794 kWh’a ulaşabileceği öngörülmektedir. Bu ortalama rakama ulaşılabilmesi için, elektrik enerjisi sektöründeki yıllık ortalama % 10 oranında talep artışının güvenilir bir şekilde temini amacıyla, mevcut elektrik enerjisi üretimine her yıl yaklaşık 1 milyar kWh’lık bir ek üretim kapasitesinin katılması, bunu sağlayabilmek amacıyla her yıl yaklaşık 2500 MW kurulu elektrik üretim gücünün işletmeye alınması gerekir. Bu da (1000 dolar / kW bazında ) iletim hatları da dahil yılda 4 milyar dolarlık bir yatırım gerektirir.

    Türkiye’nin genel enerji durumu ile ekonomik büyümenin yıllık gelişimi incelendiğinde, 1979-1990 yılları arasındaki ulusal gelirdeki % 1’lik pozitif değişim, enerji tüketiminde % 1.11’lik bir artışa neden olmuştur. Önümüzdeki yıllarda bu değişiminin %1.05 olacağı tahmin edilmektedir.

    Enerji yoğunluğu (yani birim hasıla üretimi için tüketilen enerji miktarı ) enerji sektöründeki verimliliğin artması ile düşebilmektedir.

    Yukarıda konu edilen enerji sektöründeki arz ve talep gelişim rakamlarından hareketle, halen sanayileşme sürecinde olan ülkemizde gelişime paralel olarak enerji talebi artmakta olup, henüz enerjide doygunluğa ve bu nedenle enerji yoğunluğunda istenilen seviyeye ulaşılamamış olduğu ifade edilebilir. Bu gerçek, Türk ekonomisinin enerji yoğunluğunun azaltılmasının daha sağlıklı bir enerji ekonomisi için zorunlu olduğunu göstermektedir.

    3. ENERJİ POLİTİKALARININ ANA UNSURLARI

    Türkiye’nin enerji ekonomisinde optimizasyon ve ülkenin ulusal çıkarlarına uygun enerji politikalarının belirlenmesinde öngörülmesi gereken ana unsurlar ve bunlarla ilgili görüşler şöyledir :


    3.1 Enerji sektöründe dışa bağımlılığın en alt düzeye çekilmesi

    Enerji üretiminde kullanılan taşkömürü, petrol ve doğal gaz gibi birincil enerji hammaddelerinin 1999 yılı itibariyle % 64.8’i ithal edilmekte ve üretilmekte olan elektriğin % 25’inden fazlası ithal kaynaklara dayanmaktadır. Günümüzde hal böyle iken, enerji sektörünün dışa bağımlılık oranının

    2010 yılında % 71 ve
    2020 yılında % 75’ e

    çıkacağı tahmin edilmektedir.

    Türkiye’nin ham petrol ile ilgili olarak

    2000 yılında 2.7 milyon ton yerli üretime karşılık 30.4 milyon ton,
    2010 yılında 1 milyon ton yerli üretime karşılık 43.6 milyon ton,
    2020 yılında 0.6 milyon ton yerli üretime karşılık 63.8 milyon ton

    petrol ithal etmek zorunda kalacağı öngörülmektedir. Uzun dönemli enerji planlamasında, günümüzdeki enerji piyasasındaki payı % 20 civarında olan doğal gazın, 2010 yılında % 30’lara yükseleceği planlanmaktadır. Bu projeksiyon içinde Türkiye’nin doğal gaz talebinin

    2000 yılında 693 milyon m3 yerli üretime karşılık 14.8 milyar m3 ithal,
    2010 yılında 150 milyon m3 yerli üretime karşılık 55 milyar m3 ithal,
    2020 yılında 121 milyon m3 yerli üretime karşılık 82.6 milyar m3 ithal

    değerlerine ulaşması beklenmektedir.

    Bu durumda ,

    2000 yılında 7.5 milyar m3 olan elektrik üretiminde doğal gaz tüketiminin
    2010 yılında 22.1 milyar m3
    2020 yılında ise 46.1 milyar m3 olacağı öngörülmüştür.

    Bu gerçeklerden hareketle
    - Enerji sektöründe öz kaynak kullanımının artırılması, petrol ve özellikle doğal gaz tüketiminin giderek hızlanan artışının durdurulması ;
    - İthal birincil enerji hammaddelerinin, özellikle doğal gazın bir veya birkaç ülkeye bağımlı olarak teminin doğuracağı olumsuz ekonomik ve politik sonuçlarda göz önünde bulundurularak, değişik birincil enerji kaynakları ile kısmen de olsa ikamesi yoluyla kaynak çeşitliliğinin artırılması gerekir.

    3.2 Mevcut enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve yeni kaynak aramalarının etkin hale getirilmesi

    Katı fosil yakıtların, özellikle linyit kömürünün, bugün olduğu gibi, gelecekte de en güvenilir öz kaynak olduğu bir gerçektir.

    Ülkemiz fosil katı yakıt rezervleri ( görünür+muhtemel+mümkün rezerv olarak) şöyledir :

    Taşkömürü 1.126 milyon ton
    Linyit 8.335 milyon ton
    Asfaltit 82 milyon ton
    Bitümlü şist 1.641 milyon ton

    Grafik

    Yeni linyit ve taşkömürü kaynaklarının bulunması açısından son 20 yıldır kayda değer herhangi bir gelişme olmamıştır. Buna neden yeni kömür rezervi bulunmasına yönelik çalışmaların ilgili kuruluşlarca ve özel şirketlerce yapılmayışıdır. Arama çalışmalarının tamamen durması yanında, günümüzde bilinen ve hatta aktif olarak maden işletmeciliğine konu olan birçok kömür oluşumunun yayılım sınırları kesinlikle çizilememiş, dolayısıyla rezervi güvenilir rakamlarla ifade edilebilecek şekilde belirlenememiş, bazı zuhurların ise madencilik yönünden gerekli etüdleri yapılamamış veya tamamlanamamıştır.

    Doğalgaz ve ithal kömür alternatifleri nedeni ile sektörde oluşan gelişmeler birçok önemli linyit yakıtlı termik santral projesinin önceliğini silmekte, bu projelerin uygulanmamasına sebep olmakta, buna paralel olarak da kömür madenciliğinin arama, değerlendirme ve işletme faaliyetlerinin olumsuz yönde etkilenmesine yol açmaktadır.

    Teorik hesaplara göre ülkemizde rezervuardaki petrol rezervi 966 milyon ton olup bunun 153 milyon ton’u üretilebilir durumdadır. 1999 yılı sonu itibari ile 110 milyon ton petrol üretilmiş olup geri kalan 43 milyon ton ile bugünkü üretim seviyesine göre ancak 14 yıllık miktar mevcuttur.

    Doğal gazımızın toplam üretilebilir miktarı ise 13 milyar m3 olup şimdiye kadar toplam üretilen miktar 4.3 milyar m3, geriye kalan rezerv ise 8.8 milyar m3, dür.

    Petrol ve doğal gaz aramalarının bu çalışmalara yeterli kaynak ayrılamaması nedeni ile sınırlı bir şekilde devam ettiği bilinmektedir.

    Çok önemli bir kısmı ithal edilen petrol ve doğal gaza dayalı, halen üretilen ve gelecek yıllarda üretilmesi planlanan ikincil enerjinin hiç olmazsa bir kısmının linyit ve taşkömürü gibi varlığı jeolojik olarak kanıtlanmış özkaynaklarımız ile ikame edilmesi, ileriye yönelik enerji projeksiyonlarında ana hadeflerden biri olarak kabul edilmelidir.
    Bütün bu gerçekler göz önünde bulundurularak
    -Mevcut birincil enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve yeni kaynak aramalarının etkin hale getirilmesi için gerekli etüd, yapılanma ve reorganizasyon çalışmalarının TPAO, MTA, TKİ ve TTK gibi ihtisas kuruluşlarının katkısı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının koordinatörlüğünde, oluşturulacak ilgili uzmanlardan kurulu çalışma grupları tarafından gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

    3.3. Yurdun katı fosil yakıt potansiyelinden enerji üretiminde maksimum düzeyde yararlanılması

    Mevcut 400 MW nominal güçteki taşkömürü yakan termik santrala ilaveten 1300 MW’lık yerli taşkömürüne dayalı, 9000 MW güçteki ithal taşkömürü yakacak termik santralın kurulması planlanmıştır.

    Türkiye’nin toplam linyit rezervinin %80 dolayındaki kısmına tekabül eden 6 milyar ton’dan fazla linyitin ocak çıkışı alt ısı değeri 3000 kcal/kg’dan az olup bu varlığın sanayi ve teshin amacıyla kullanılamayacağı bir gerçektir. Bu kötü kaliteli linyitlerden ancak termik santral yakıtı olarak yararlanmak mümkündür. Linyite ve taşkömürüne dayalı mevcut termik santralların toplam kurulu gücü 4960 MW’ dır. Buna halen yapımı sürdürülen linyite dayalı 320 MW gücündeki Çayırhan 3-4 , 157 MW gücündeki Kangal 3 ve 300 MW’lık Çan santralları yanında, 1400 MW’lık Afşin-Elbistan B santralını ilave etmek gerekir.

    Yapımına devam edilen santrallar, tevsiat üniteleri ile bilinen fakat halen elektrik üretiminde yakıt olarak kullanılmayan 3470 milyon ton taşkömürünün ve linyit rezervine dayalı olarak inşa edilebilecek toplam 5647 MW’lık yeni elektrik üretim kapasitesinin yurdun elektrik enerjisi açığının kapanmasına önemli ölçüde katkıda bulunacağı bir gerçektir.

    Yurdun bilinen fakat henüz yararlanılmayan katı fosil yakıt potansiyelinin enerji üretimi amacıyla en kısa zamanda inşa edilecek yeni elektrik üretim tesislerinde yakıt olarak kullanılmaya başlanması gerekir.

    3.4. Hidrolik Enerji Projeleri

    Ülkemizde teknik ve ekonomik yönden değerlendirilebilir hidroelektrik potansiyel 484 adet projeden oluşan 34.700 MW kurulu güç ve 122.8 milyar kWh yıllık enerji ile sınırlıdır.

    DSİ’inin yatırım programında inşa edilecek olan, YİD kapsamında bulunan, % 100 dış kredili anahtar teslimi olarak gerçekleştirilecek olan projeler, toplam hidroelektrik potansiyelin % 55.8’i olup; bu projeler 2020 yılında gerçekleştiğinde toplam hidroelektrik kurulu güç 29.984 MW ‘a yurdun toplam hidroelektrik potansiyelin değerlendirilmesi % 85.5’e yükselecektir. Bunun için gelecek 20 yıllık dönemde, her yıl, sisteme 940 MW düzeyinde bir kurulu güç kapasitesinin eklenmesi gerekmektedir.

    Bu çerçevede, hidrolik enerji projelerinin realizasyonu üzerinde önemle durulmalıdır.

    3.5. Değişik yakıt türlerinin kullanıldığı termik santrallar

    Yurdumuzun genellikle Güneydoğu bölgesinde yer alan toplam 82 milyon ton rezerve sahip asfaltit zuhurları ancak yöresel önemi olan bir potansiyel olarak görülmektedir.

    Önemli bir rezerve sahip olan düşük kalorifik değerli bitümlü şistlerin günümüz koşullarında ekonomiklik sınırlarını zorladığı bilinmektedir. Bu kaynağın bugün termik santral yakıtı olarak kullanılması ekonomik olmayabilir. Ancak gelecekte, her türlü enerji hammaddesine muhtaç olunabileceğini unutmamak gerekir. Bu nedenle özellikle halen kömür oluşumları işletilen Seyitömer ve Çayırhan bitümlü şistleri ile Bolu-Göynük, Mengen, Ulukışla, Bahçecik ve Burhaniye zuhurları yanma ve madencilik yönünden ayrıntılı olarak incelenmelidir.

    Ülkemizde 19 ilin sınırları içinde çeşitli büyüklükte turba oluşumu belirlenmiştir. Bunlardan en önemlileri, Kayseri-Ambar (105 milyon ton görünür rezerv), Hakkari-Yüksekova (74.5 milyon ton görünür rezerv) ve Bolu-Yeniçağa turbalıklarıdır.

    Bitümlü şistlerin, turbalıkların ve bitkisel atıkların yanında değişik yakıt türlerinin kullanıldığı termik santrallar üzerinde durulmalı, bu konularla ilgili araştırmalara önem verilmelidir.

    3.6. Nükleer Elektrik Enerjisi

    Dünyadaki elektrik üretiminin % 18’si günümüzde çalışan

    ABD’de 104 ( Toplam 96 423 MW),
    Fransa’da 58 ( Toplam 61 653 MW),
    Japonya’da 53 ( Toplam 43 691 MW),
    İngiltere’de 35,
    Rusya’da 29,
    Almanya’da 20

    olmak üzere 348 834 MW gücünde toplam 434 adet nükleer santralden sağlanmakta olup halen 14 ülkede kurulu toplam gücü 26 252 MW olan 35 adet nükleer santral inşa halindedir.


    Nükleer enerjinin toplam elektrik üretimindeki payı

    ABD’de % 18.69,
    Fransa’da % 75.77,
    Japonya’da % 35.62,
    İngiltere’de % 27.09,
    Rusya’da % 13.03,
    Almanya’da %28.29’dur.

    Son bir yılda ABD’de nükleer elektrik üretiminde %8’lik bir artışla 728 milyar kWh düzeyine ulaşılmıştır. Bu ülkedeki nükleer santralların kapasite faktörleri ortalama % 86.8 olarak rekor düzeyi yakalamıştır.

    Kapatılacağı söylenen 103 adet nükleer santral halen rekor düzeyde üretim yapmaktadır. Bu santralların birçoğuna, erken kapatılmak yerine 20 yıl daha çalıştırmak üzere lisans verilmesi söz konusudur.

    1999 yılında nükleer enerji Dünya’da 168 milyon ton CO2, 4 milyon ton SO2 ve 2 milyon ton NOX emisyonunu engellemiştir.

    Türkiye’nin 2020 yılına kadar toplam 10.000 MW’lık 2 üniteli nükleer elektrik santralını hizmete sokması gereklidir. MTA’nın şimdilik tespit etmiş olduğu görünür uranyum rezervi 10.000 ton , görünür toryum rezervi de 380.000 ton dur. Toryum yönünden Türkiye Hindistan’dan sonra Dünya’nın en büyük ikinci rezervine sahiptir.

    Ülkemizde nükleer teknoloji ile elektrik üretimine behemahal geçilmelidir. Bu çerçevede nükleer teknoloji ile ilgili olarak kamuoyu çeşitli yöntemlerle bilgilendirmek, bilgi yokluğundan kaynaklanan, muhtelif amaçlarla bazı çevrelerin körüklediği yersiz korkuyu ortadan kaldırmak gereklidir.

    3.7. Yeni ve yenilenebilir alternatif enerji kaynakları

    Türkiye I. Enerji Şurası Enerji Talebi ve Ekonomisi Komisyonu nihai raporunda, orta dönemde yurdun enerji talebini karşılanmasında, güneş, rüzgar, jeotermal, biyomas, deniz ve hidrojen enerjisi gibi yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarından fazla katkı belirlenmemesi gereği vurgulanmaktadır.

    Güneş enerjisinden, ekonomik ve teknik koşullara göre
    2000 yılında 287 Btep,
    2010 yılında 1458 Btep ve
    2020 yılında 3882 Btep
    düzeyinde bir kaynak sağlanması öngörülmüştür.

    Rüzgar enerjisi konusunda 2010 yılı için 2900 MW teklif edilmektedir, 2020 yılı için bu gücün 7800 MW’a yükseltilmesi benimsenmiştir.

    Jeotermal enerjiden halen TEAŞ’ın 20 MW gücündeki Kızıldere santralında yararlanılmaktadır. Bu enerji kaynağı ile
    2010 yılında 500 MW gücünde elektrik üretimi ve 500.000 konut ısıtılması,
    2020 yılında ise 1000 MW gücünde elektrik santralı ve 1.250.000 konut eşdeğeri ısıtma ile 2300 MWt’lık kaplıca ve diğer kullanımın hedeflenmesi önerilmektedir.

    2000 yılında 17 Btep ile başlaması önerilen modern biyomas üretiminin

    2010 yılında 1652 Btep’e,
    2020 yılında ise 3515 Btep’e

    yükseltilmesi planlanmaktadır.

    Henüz gerektiği gibi değerlendirilemeyen yukarıda özetle belirtilen yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının en kısa zamanda enerji arzına katkısının sağlanması, deniz enerjisi ve hidojen enerjisi ile ilgili ise AR-GE çalışmalarının yapılması gereklidir.

    3.8. Elektrik enerjisi üretiminde dengeler ve kalite

    Kaliteli bir elektrik enerjisinin temini için, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, kurulu elektrik üretim gücünün en az %10’u oranında emre amade soğuk ve %10’u oranında sıcak üretim yedeğini sağlayarak sistem güvenliğinin dengesi oluşturulmalıdır. Bu yedekli sistemin, elektrik enerjisi yönünden talebin üretimle başabaş karşılandığı ve hatta bazı yıllar ithalata gereksinim duyulduğu ülkemizde sağlanması mümkün olmamaktadır.

    Hidrolik santrallarda elektrik üretimi miktarı iklime (yağışlara) bağlı olarak değiştiğinden güvenilirlik derecesi düşüktür. Bu nedenle, Türkiye’de toplam elektrik üretiminin %60’ ının termik, % 40’ının ise hidrolik olması idealdir. Muhafaza edilmesi gereken bu oranın 2010 yılına kadar yapılan elektrik enerjisi üretim ve talep değerlendirme çalışmalarında bozulduğu görülmektedir. 1995 yılına kadar elektrik enerjisi üretiminin büyük bir kısmı termik kaynaklardan sağlanırken, bu yıldan itibaren hidrolik elektrik enerjisi üretiminde büyük artışlar sağlanmıştır. Günümüzde ülkenin elektrik üretiminin % 59’unu oluşturan fosil yakıtlara dayalı termik santrallara karşılık, üretimin %46’sını oluşturan hidrolik santralların varlığı, söz konusu dengenin giderek değişeceğinin işaretidir.

    Termik üretim oranı
    2010 yılında % 32 hidroliğe karşı % 68 olurken,
    2020 yılında % 27 hidroliğe karşı % 73’ e
    çıkmaktadır.

    Termik elektrik üretimindeki bu artışın hidrolik imkanlarımızın sınıra gelerek toplamdaki oranının azalmasından ileri geldiği açıktır.

    Ülkemizin elektrik enerjisi talebindeki hızlı artışın güvenilir, yeterli sıcak ve soğuk yedeği sağlayacak sistem güvenliğini koruyacak şekilde, iklim koşullarından ve termik üretimi engelleyecek teknik ve ekonomik etkenlerden en az etkilenecek bir hidrolik-termik dengesine sahip olarak planlanması ve karşılanması gerekir.

    3.9. Elektrik enerjisi üretiminde verimlilik ve sistemdeki enerji kayıpları

    Mevcut termik santralların rehabilitasyonu yoluyla verimliliklerinin artırılması lüzumludur. Bu santralların toplamda ortalama % 57 gibi çok düşük seviyede olan kullanım oranlarının yükseltilmesi, böylelikle proje değerlerine ulaşacak bu santrallarda yaklaşık 18 milyar kWh daha fazla bir üretim yapılması mümkün görülmektedir.

    Bu konu ile ilgili olarak, başta özelleştirme olmak üzere, bir dizi çalışma sürdürülmektedir.

    Kayıpların en önemli kısmı iletimden ziyade dağıtımdan gelmektedir. İletim ve dağıtım tesislerindeki enerji kayıpları 2000 yılı itibariyle ülke çapında % 22 dolayında olup bazı yörelerde % 65’ lere ulaşmaktadır. OECD ülkelerindeki kayıpların % 8 mertebesindeki ortalaması ile karşılaştırıldığında 2.5 kat civarında yüksek olduğu görülür. İletim tesislerindeki kayıplar son yıllarda azalarak % 2.7’ye ( yaklaşık 3 milyar kWh) düşmüştür. Dağıtım tesislerindeki kayıplar ise artarak % 20.4’e (16 726 kWh) çıkmıştır. Bu kaybın parasal karşılığı yaklaşık 2,5 milyar dolar/yıl’dan fazladır.

    2005 yılındaki kayıp % 18.6’ya eşdeğer 36.200 GWh’a ulaşacaktır. VII. Plan döneminde iç tüketim ve kayıp ortalaması % 8.6 oranında bir artış göstermiştir. Bu artış oranının VIII. Beş Yıllık Kalkınma Plan döneminde % 5.7’ye düşeceği öngörülmektedir.

    Enerji sektöründe, üretimde verimliliğin sağlanması, sistemdeki kayıpların en aza indirilmesi amacıyla gerekli her türlü tedbirin alınmasına devam edilmesi, bu çerçevede, konu ile ilgili yeni teknoloji transferinin sağlanması hedeflenmelidir.

    3.10. Enerji tasarrufu ve enerji üretiminde verimlilik

    EIE Genel Müdürlüğü bünyesindeki Ulusal Enerji Tasarrufu Merkezi (UETM) tarafından yapılan çalışmaların sonucuna göre ülkemizde nihai tüketime sunulan enerji miktarından yılda yaklaşık 14 Mtep tutarında enerji tasarrufu yapma olanağı mevcuttur. Bu enerji miktarının parasal değeri yaklaşık olarak 3 milyar ABD doları’dır.

    UETM ile JICA ‘nın müştereken yürüttükleri proje çerçevesinde uygulanan bir program ile 2010 yılına kadar Türk sanayiinde enerji kullanımı ile ilgili verimliliğin %10 oranında artması beklenmektedir. UETM’nin çalışmalarına göre ulusal sanayinin enerji tasarruf potansiyeli oranı % 23 olarak belirlenmiştir.

    Gine UETM’nin rakamlarına göre toplu taşımacılıkla enerji performansının artırılması ile ulaştırma sektöründeki enerji verimliliği % 15’lik bir artış potansiyeline ulaşabilecektir.

    3.11. Enerji ve Çevre

    Türkiye çevre politikasının ana hedefi “Sürdürülebilir Kalkınma ile Birlikte Çevrenin Korunması ve Geliştirilmesi” olarak belirlenmiştir.

    1990 yılında 137.8 milyon ton CO2 emisyonları % 3.9 oranında bir artışla 1998 yılında 187.5 milyon ton’a ulaşmıştır.

    Grafik

    OECD’ye üye ülkeler arasında toplam CO2 açısından 13. sırada bulunan Türkiye, yılda 100 milyon ton’dan fazla emisyon salgılayan 35 ülke arasında 24. sırada yer almaktadır.

    Mevcut senaryoya göre enerjiden kaynaklanan CO2 emisyonları

    1990 yılında 137.8 milyon ton olan CO2 emisyonu
    2000 yılında 253.6 milyon ton
    2005 yılında 347.9 milyon ton
    2010 yılında 486.5 milyon ton

    olacaktır.

    Elektrik üretiminde SO2 emisyonlarına gelince,
    1990 yılında 13.29 ton/GWh olan SO2 emisyonu
    2000 yılında 7.11 ton/GWh
    2005 yılında 3.80 ton/GWh
    2010 yılında ise 2.87 ton/GWh düzeyine ulaşacaktır.

    Baca gazı kül tutma elektrofiltreleri genelde % 96.6 düzeyinde verimlilikle çalışan termik santrallara % 95 verim ile çalışan Baca Gazı Desülfürizasyon tesislerinin peyderpey kurulması ile giderek düşeceği öngörülen bu oranlar memnuniyet vericidir.

    Çevre konusunda güdülen politikanın ana stratejisinin doğal kaynaklarının yönetimi, insan sağlığı ve doğal dengenin korunması ile sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması ve gelecek nesiller için doğal fiziksel ve sosyal çeverenin bırakılması esasından hareketle, özellikle CO2 emisyonları ile ilgili olarak yukarıda belirtilen rakamların alınacak tedbirlerle azaltılması gereği ortaya çıkmaktadır.

    Enerji üretiminde emisyonların düşürülmesi ve çevresel etkilerin azaltılması amacıyla akışkan yataklı enerji üretim tesisleri, baca gazı desülfürüzasyon tesisleri, etkin santral atık depolama ve arıtma tesisleri, rekültivasyon v.b. yeni gelişmiş teknolojilerin daha etkin bir şekilde uygulanması, ulusal ekonominin elverdiği ölçüde hiç veya az emisyon veren yakıt dönüşümlerinin yapılması, az enerji ile çok iş kuralından hareketle enerji verimliliğinin ekoloji lehine artırılması özet bir anlatımla temiz enerji temiz çevre prensibinin uygulanması enerji sektörüne ana çabalardan biri olmalıdır.

    3.12. Teknolojik araştırma ve geliştirme


    Ulusal Araştırma ve Geliştirme (AR-GE) programlarının ana politika hedefleri “Orta ve uzun dönem enerji arz güvenliğinin, yerli kömürlerin temiz kullanımı, jeotermal, güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve özellikle enerji yoğun sanayide enerji tasarrufu ve verimliliğin artırılması yoluyla sağlanması “ olarak ifade edilmektedir.

    Ülkemizde AR-GE öncelikleri Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nca periyodik bir plan çerçevesinde belirlenmektedir.

    Enerji Teknoloji Politika Çalışma Grubu’nca 1998 yılında yayınlanan Ulusal Enerji Teknoloji politikası raporunda şu sonuçlara yer verilmektedir :

    - Verimli nihai enerji kullanım teknolojilerinin teşvik edilmesi ve enerji tasarrufunun artırılması;
    - Mümkün olan en kısa zamanda “Enerji Verimliliği Kanunu” nun Parlamento’da görüşülmesinin sağlanması;
    - Türkiye için en uygun enerji verimli teknolojilerin seçilmesi için danışma organı görevini üstlenecek ve teknolojilerin pazara girmesini sağlayacak bir komitenin kurulması ve Ulusal Enerji Tasarrufu Merkezinin bu komitenin sekreterya görevini üstlenmesi;
    - Enerji üretimi için çevre dostu teknolojilere doğru yönlendirme;
    - AR-GE çalışmalarının arttırılması vasıtasıyla yenilenebilir enerji teknolojileri uygulanabilirliğinin kazanılması ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının teşvik edilmesi.

    Yurdumuzdaki AR-GE çalışmalarını yöneten ve yönlendiren TÜBİTAK’ın ve AR-GE önceliklerini belirleyen Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun yurt gerçeklerine yönelik, yenilikçi, uygulanabilir, enerji konusunda yüksek teknolojileri üretmeyi amaçlayan projeleri teşvik etmesi ve bu gibi projelere ağırlık vermesi düşüncesi ağır basmaktadır.
    Bu çerçevede örneğin, Ülkemiz düşük kaliteli linyit kömürlerinin yakılmasına yönelik akışkan yatak modelli yakma sistemleri ve diğer “Temiz Enerji Teknolojileri” alanında nükleer elektrik enerjisi üretiminde toryumdan yararlanılabilmesi konusunda, deniz, biyokütle, hidrojen enerjisi ve Fotovoltaik çevrim teknolojileri ile ilgili araştırma projeleri hemen akla gelebilen önemli projeler olarak not edilebilir.

    Özetle enerji alanında araştırma ve geliştirme çalışmalarının yurt ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde programa bağlanması gerekmektedir.

    4. ENERJİ SEKTÖRÜNDE ALINMASI GEREKLİ İDARİ VE HUKUKİ TEDBİRLER

    - Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı enerji sektöründe gelişen şartlar göz önünde bulundurularak yeniden yapılandırılmalıdır;
    - Enerji sektörü ile doğrudan ilgili MTA, TKİ, TTK, EİE ve TPAO gibi kuruluşların sistematik bir şekilde reorganizasyonu lüzumludur;
    - Yurdun enerji politikalarının yeniden belirlenmesi ve siyasi otoriteden bağımsız olarak yürütülmesinde devamlılığı sağlamak için Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı nezdinde enerji konusunda gerekli bilgiler ile mücehhez ve deneyimli bir Enerji Uzmanlar Kurulu kurulmalıdır.
    - Yeni enerji hammaddeleri kaynaklarının ülke çapında aranmasını ve değerlendirmesini tek elden ve MTA, TKİ, TTK ve TPAO gibi ihtisas kuruluşları ile koordineli olarak yürütecek, yetkileri ve sorumlulukları kesin sınırlarla belirlenmiş bir Enerji Hammeddeleri Arama ve Değerlendirme Grubu ( EHADEG) oluşturulmalıdır.
    - Enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi ile ilgili gerekli tedbirlerin alınması, enerji depolama ve stoklama tesisleri ile kaynak güvenliğinin sağlanması hususunda çalışmalar yapılmalı, bu çalışmalar gerekiyorsa oluşturulacak değişik ihtisas gruplarınca koordine edilmelidir.
    - Orta ve uzun dönemde enerji piyasasında oluşan talebin karşılanmasında gerek kamu ve özel sektör, gerekse yabancı sermayenin katkılarının en iyi şekilde değerlendirilmesi lüzumludur.
    - Enerji sektöründe kamu ve özel sektör yatırımlarının zamanında bitirilebilmesi için her türlü teknik, ekonomik ve idari tedbirlerin alınması ve bu tedbirlerin uygulanmasının yakından takibi gereklidir.
    - Enerji sektöründe özel sektör yatırımlarının teşvik edilmesi ve özelleştirme faaliyetlerine hız verilmesi gereklidir.
    - Yeni çıkarılan Elektrik Piyasası Kanunu’na benzer şekilde enerji ile ilgili kanun, yönetmelik v.b. mevzuatın günün gereksinmelerine cevap verecek şekilde değiştirilmesi ve Avrupa Birliği düzenlemeleri ile uyumlu hale getirilmek üzere revize edilmesi lüzumludur.
    - Doğal gaz ve petrol mevzuatını ve bu ürünlerin piyasasını düzenleyen hukuki ve kurumsal düzenlemelerin behemahal yapılması gereklidir.





    Prof.Dr. M. Eran NAKOMAN




  2. #2
    Junior Member halisalih - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10.10.2007
    Mesajlar
    5
    Konular
    2
    Tecrübe Puanı
    0

    Ynt: fosil yakıtlar (kömür,petrol)

    Çok teşekkür ederim. Eğer elinizde başka not varsa onlarıda alabilirim. Fazla bilgi göz çıkarmaz

  3. #3
    Senior Member duygu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.03.2007
    Mesajlar
    589
    Konular
    44
    Tecrübe Puanı
    0

    Ynt: fosil yakıtlar (kömür,petrol)

    haklısın not çok toparlayınca yollarım

  4. #4
    Junior Member athmosfery - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    08.08.2008
    Mesajlar
    1
    Konular
    0
    Tecrübe Puanı
    0

    Ynt: fosil yakıtlar (kömür,petrol)

    Alıntı duygu Nickli Üyeden Alıntı
    TÜRKİYE’NİN ENERJİ EKONOMİSİNDE OPTİMİZASYON VE ULUSAL ÇIKARLARA UYGUN ENERJİ POLİTİKALARI



    1.GİRİŞ

    Türkiye’nin enerji politikası Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın dökümanlarında; “ülke ihtiyacının amaçlanan ekonomik büyümeyi gerçekleştirecek, sosyal kalkınma hamlelerini destekleyecek ve yönlendirecek şekilde, zamanında, yeterli, güvenilir, ekonomik koşullarda ve çevresel etki de göz önüne alınarak sağlanması” olarak belirlenmekle birlikte, ülkemizin günümüze dek defalarca içine düştüğü enerji krizleri, bu krizleri doğuran tüm olumsuzluklar ve bunlara dayalı olarak oluşan ve gelişen sosyo-ekonomik tahribat, başka bir anlatımla, ülkemiz enerji sektörünün ortaya koyduğu menfi görünümlü tablo, bu politikaya dayanarak yapılan planlamaların ve uygulamaların pek de başarılı olmadığı sonucunu ortaya çıkarmaktadır.

    Pek çok sektörle doğrudan ilişkide bulunan enerji sektörüne olumlu veya olumsuz yönde yapılacak herhangi bir müdahalenin, bu sektörün yapısı gereği, zaman içinde, 10-15 yıl gibi oldukça uzun bir süre sonra etkisini göstereceğini unutmamak gerekir. Bu nedenle enerji ile ilgili olarak uzun vadeli planlar yapmak ve bu planlara uygun politikaları, yurdumuzda çok sık değişebilen siyasi otoritenin iradesi ve etkisi dışında, devamlılık arzeden, enerji konusunda uzmanlaşmış tecrübeli kadrolarla, çok istisnai durumlar dışında tadilat yapmaksızın ve keyfi kararlardan kaçarak uygulamak gerekir.

    Bunların yanında, enerji konusunda geçmişte yapılan bazı hataların tekrarlanmaması zorunludur: Enerji sektöründeki mevcut sıkıntılı durumu ortadan kaldıracak tedbirleri uzun vadeli bir perspektif içinde düşünmemek, yapılan planlamalarda piyasasını kendisi yaratan enerji talep tahminlerini küçük tutmak, enerji cinsi ve kaynak çeşitlendirmesine özen göstermemek, geçmişte olduğu gibi enerjinin bol olduğunu ileri sürüp yeni yatırımları göz ardı etmek veya geciktirmek hatalı yaklaşımlar olarak kabul edilmelidir.

    Bu çerçevede, sayısı 256’yı bulacağı söylenen özel şirketlerin enerji alanındaki her türlü faaliyetinin teknik ve ekonomik yönden kontrolü ve koordinasyonunun etkin şekilde yapılmasını sağlayacak idari düzenlemeler gerçekleştirilmelidir.

    Günümüzde, ülkelerin, ekonomik yönden giderek etkin hale gelen küreselleşme süreci nedeni ile enerji krizlerinin tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir. Ancak, ulusal enerji politikalarının devamlı olarak izlenmesi, gelişen ekonomik koşullara göre sürekli revizyonu ve güncelleştirilmesi sayesinde, bu politikaların çerçevesinde alınacak önlemlerin ve yapılacak uygulamaların gelecek 10-15 yıllık bir zaman diliminde etkili olacağı göz önünde tutularak Türkiye’nin gerek ülke çapında gerekse evrensel boyutta meydana gelecek enerji krizlerinden en az düzeyde etkilenme sağlanabilecektir.

    2. TÜRKİYE’DE ENERJİ SEKTÖRÜNÜN GENEL GÖRÜNÜMÜ

    Ülkemizin enerji talebi hızla artmaktadır. 1999 yılında 78 Mtep olan enerji talebinin yıllık ortalama % 6.8 artış hızı ile

    2005 yılında 129.6 Mtep’e
    2010 yılında 171.3 Mtep’e
    2020 yılında ise 298.4 Mtep’e ulaşacağı planlanmaktadır.

    2000 yılı itibariyle kaynakların enerji türlerinin dağılımı şöyledir:

    Petrol % 44
    Kömür %26
    Doğal gaz % 18
    Hidrolik enerji % 3
    Ticari olmayan kaynaklar % 8 ve
    Yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları % 1
    Grafik
    Bu oranların 2020 yılında

    % 40 kömür,
    % 23 petrol,
    % 25 doğal gaz,
    % 3 hidrolik,
    % 1 ticari olmayan kaynaklar,
    % 2 yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları ve
    % 6 nükleer enerji
    Grafik

    olacağı hesaplanmaktadır. Bu oranlar petrolün talebindeki hızlı düşüşe karşılık kömürün ve son yıllarda kullanımı önemli ölçüde artan doğal gazın genel talep içindeki payının 2020 yılında 2000 yılına göre önemli ölçüde artacağını, nükleer, yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının talebin karşılanmasına kısıtlı oranda katkıda bulunacağını göstermektedir.




    1999 yılı itibariyle elektrik enerjisi sektöründe kaynaklara göre kurulu güç ve elektrik üretim oranları şöyledir:

    Kurulu Güç (%) Üretim (%)
    Taşkömürü 1.3 3
    Linyit 24.3 29
    Petrol 5.9 7
    Doğal gaz 23.6 31
    Hidrolik+Yenilenebilir 44.9 30


    1923 yılında 33 MW kurulu güç ile 45 milyon kWh olan elektrik enerjisi yıllık brüt tüketimi, yıllık ortalama % 11.1 oranında artışla 1999 yılında 26.117 MW kurulu güçle 116.4 milyar kWh’a ulaşmıştır.

    Bu, kişi başına 3.6 kWh’lık elektrik enerjisi brüt tüketiminden 77 yılda ortalama yaklaşık % 9’luk bir artış hızı ile 1840 kWh’e ulaşmak demektir. Bu tüketimin

    2005 yılında 39.896 MW’lık kurulu güce tekabül eden 192.6 milyar kWh’a,
    2010 yılında 46.219 MW’lık kurulu güce karşılık 289.8 milyar kWh’a,
    2020 yılında ise 88.100 MW kurulu güce eşdeğer 547.1 milyar kWh’a
    4 sütunlu grafik
    ulaşması beklenmektedir.

    2000 yılında 1965 kWh olan kişi başına düşen elektrik enerjisi tüketiminin 2010 yılında 3974 kWh' a, 2020 yılında ise 6794 kWh’a ulaşabileceği öngörülmektedir. Bu ortalama rakama ulaşılabilmesi için, elektrik enerjisi sektöründeki yıllık ortalama % 10 oranında talep artışının güvenilir bir şekilde temini amacıyla, mevcut elektrik enerjisi üretimine her yıl yaklaşık 1 milyar kWh’lık bir ek üretim kapasitesinin katılması, bunu sağlayabilmek amacıyla her yıl yaklaşık 2500 MW kurulu elektrik üretim gücünün işletmeye alınması gerekir. Bu da (1000 dolar / kW bazında ) iletim hatları da dahil yılda 4 milyar dolarlık bir yatırım gerektirir.

    Türkiye’nin genel enerji durumu ile ekonomik büyümenin yıllık gelişimi incelendiğinde, 1979-1990 yılları arasındaki ulusal gelirdeki % 1’lik pozitif değişim, enerji tüketiminde % 1.11’lik bir artışa neden olmuştur. Önümüzdeki yıllarda bu değişiminin %1.05 olacağı tahmin edilmektedir.

    Enerji yoğunluğu (yani birim hasıla üretimi için tüketilen enerji miktarı ) enerji sektöründeki verimliliğin artması ile düşebilmektedir.

    Yukarıda konu edilen enerji sektöründeki arz ve talep gelişim rakamlarından hareketle, halen sanayileşme sürecinde olan ülkemizde gelişime paralel olarak enerji talebi artmakta olup, henüz enerjide doygunluğa ve bu nedenle enerji yoğunluğunda istenilen seviyeye ulaşılamamış olduğu ifade edilebilir. Bu gerçek, Türk ekonomisinin enerji yoğunluğunun azaltılmasının daha sağlıklı bir enerji ekonomisi için zorunlu olduğunu göstermektedir.

    3. ENERJİ POLİTİKALARININ ANA UNSURLARI

    Türkiye’nin enerji ekonomisinde optimizasyon ve ülkenin ulusal çıkarlarına uygun enerji politikalarının belirlenmesinde öngörülmesi gereken ana unsurlar ve bunlarla ilgili görüşler şöyledir :


    3.1 Enerji sektöründe dışa bağımlılığın en alt düzeye çekilmesi

    Enerji üretiminde kullanılan taşkömürü, petrol ve doğal gaz gibi birincil enerji hammaddelerinin 1999 yılı itibariyle % 64.8’i ithal edilmekte ve üretilmekte olan elektriğin % 25’inden fazlası ithal kaynaklara dayanmaktadır. Günümüzde hal böyle iken, enerji sektörünün dışa bağımlılık oranının

    2010 yılında % 71 ve
    2020 yılında % 75’ e

    çıkacağı tahmin edilmektedir.

    Türkiye’nin ham petrol ile ilgili olarak

    2000 yılında 2.7 milyon ton yerli üretime karşılık 30.4 milyon ton,
    2010 yılında 1 milyon ton yerli üretime karşılık 43.6 milyon ton,
    2020 yılında 0.6 milyon ton yerli üretime karşılık 63.8 milyon ton

    petrol ithal etmek zorunda kalacağı öngörülmektedir. Uzun dönemli enerji planlamasında, günümüzdeki enerji piyasasındaki payı % 20 civarında olan doğal gazın, 2010 yılında % 30’lara yükseleceği planlanmaktadır. Bu projeksiyon içinde Türkiye’nin doğal gaz talebinin

    2000 yılında 693 milyon m3 yerli üretime karşılık 14.8 milyar m3 ithal,
    2010 yılında 150 milyon m3 yerli üretime karşılık 55 milyar m3 ithal,
    2020 yılında 121 milyon m3 yerli üretime karşılık 82.6 milyar m3 ithal

    değerlerine ulaşması beklenmektedir.

    Bu durumda ,

    2000 yılında 7.5 milyar m3 olan elektrik üretiminde doğal gaz tüketiminin
    2010 yılında 22.1 milyar m3
    2020 yılında ise 46.1 milyar m3 olacağı öngörülmüştür.

    Bu gerçeklerden hareketle
    - Enerji sektöründe öz kaynak kullanımının artırılması, petrol ve özellikle doğal gaz tüketiminin giderek hızlanan artışının durdurulması ;
    - İthal birincil enerji hammaddelerinin, özellikle doğal gazın bir veya birkaç ülkeye bağımlı olarak teminin doğuracağı olumsuz ekonomik ve politik sonuçlarda göz önünde bulundurularak, değişik birincil enerji kaynakları ile kısmen de olsa ikamesi yoluyla kaynak çeşitliliğinin artırılması gerekir.

    3.2 Mevcut enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve yeni kaynak aramalarının etkin hale getirilmesi

    Katı fosil yakıtların, özellikle linyit kömürünün, bugün olduğu gibi, gelecekte de en güvenilir öz kaynak olduğu bir gerçektir.

    Ülkemiz fosil katı yakıt rezervleri ( görünür+muhtemel+mümkün rezerv olarak) şöyledir :

    Taşkömürü 1.126 milyon ton
    Linyit 8.335 milyon ton
    Asfaltit 82 milyon ton
    Bitümlü şist 1.641 milyon ton

    Grafik

    Yeni linyit ve taşkömürü kaynaklarının bulunması açısından son 20 yıldır kayda değer herhangi bir gelişme olmamıştır. Buna neden yeni kömür rezervi bulunmasına yönelik çalışmaların ilgili kuruluşlarca ve özel şirketlerce yapılmayışıdır. Arama çalışmalarının tamamen durması yanında, günümüzde bilinen ve hatta aktif olarak maden işletmeciliğine konu olan birçok kömür oluşumunun yayılım sınırları kesinlikle çizilememiş, dolayısıyla rezervi güvenilir rakamlarla ifade edilebilecek şekilde belirlenememiş, bazı zuhurların ise madencilik yönünden gerekli etüdleri yapılamamış veya tamamlanamamıştır.

    Doğalgaz ve ithal kömür alternatifleri nedeni ile sektörde oluşan gelişmeler birçok önemli linyit yakıtlı termik santral projesinin önceliğini silmekte, bu projelerin uygulanmamasına sebep olmakta, buna paralel olarak da kömür madenciliğinin arama, değerlendirme ve işletme faaliyetlerinin olumsuz yönde etkilenmesine yol açmaktadır.

    Teorik hesaplara göre ülkemizde rezervuardaki petrol rezervi 966 milyon ton olup bunun 153 milyon ton’u üretilebilir durumdadır. 1999 yılı sonu itibari ile 110 milyon ton petrol üretilmiş olup geri kalan 43 milyon ton ile bugünkü üretim seviyesine göre ancak 14 yıllık miktar mevcuttur.

    Doğal gazımızın toplam üretilebilir miktarı ise 13 milyar m3 olup şimdiye kadar toplam üretilen miktar 4.3 milyar m3, geriye kalan rezerv ise 8.8 milyar m3, dür.

    Petrol ve doğal gaz aramalarının bu çalışmalara yeterli kaynak ayrılamaması nedeni ile sınırlı bir şekilde devam ettiği bilinmektedir.

    Çok önemli bir kısmı ithal edilen petrol ve doğal gaza dayalı, halen üretilen ve gelecek yıllarda üretilmesi planlanan ikincil enerjinin hiç olmazsa bir kısmının linyit ve taşkömürü gibi varlığı jeolojik olarak kanıtlanmış özkaynaklarımız ile ikame edilmesi, ileriye yönelik enerji projeksiyonlarında ana hadeflerden biri olarak kabul edilmelidir.
    Bütün bu gerçekler göz önünde bulundurularak
    -Mevcut birincil enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve yeni kaynak aramalarının etkin hale getirilmesi için gerekli etüd, yapılanma ve reorganizasyon çalışmalarının TPAO, MTA, TKİ ve TTK gibi ihtisas kuruluşlarının katkısı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının koordinatörlüğünde, oluşturulacak ilgili uzmanlardan kurulu çalışma grupları tarafından gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

    3.3. Yurdun katı fosil yakıt potansiyelinden enerji üretiminde maksimum düzeyde yararlanılması

    Mevcut 400 MW nominal güçteki taşkömürü yakan termik santrala ilaveten 1300 MW’lık yerli taşkömürüne dayalı, 9000 MW güçteki ithal taşkömürü yakacak termik santralın kurulması planlanmıştır.

    Türkiye’nin toplam linyit rezervinin %80 dolayındaki kısmına tekabül eden 6 milyar ton’dan fazla linyitin ocak çıkışı alt ısı değeri 3000 kcal/kg’dan az olup bu varlığın sanayi ve teshin amacıyla kullanılamayacağı bir gerçektir. Bu kötü kaliteli linyitlerden ancak termik santral yakıtı olarak yararlanmak mümkündür. Linyite ve taşkömürüne dayalı mevcut termik santralların toplam kurulu gücü 4960 MW’ dır. Buna halen yapımı sürdürülen linyite dayalı 320 MW gücündeki Çayırhan 3-4 , 157 MW gücündeki Kangal 3 ve 300 MW’lık Çan santralları yanında, 1400 MW’lık Afşin-Elbistan B santralını ilave etmek gerekir.

    Yapımına devam edilen santrallar, tevsiat üniteleri ile bilinen fakat halen elektrik üretiminde yakıt olarak kullanılmayan 3470 milyon ton taşkömürünün ve linyit rezervine dayalı olarak inşa edilebilecek toplam 5647 MW’lık yeni elektrik üretim kapasitesinin yurdun elektrik enerjisi açığının kapanmasına önemli ölçüde katkıda bulunacağı bir gerçektir.

    Yurdun bilinen fakat henüz yararlanılmayan katı fosil yakıt potansiyelinin enerji üretimi amacıyla en kısa zamanda inşa edilecek yeni elektrik üretim tesislerinde yakıt olarak kullanılmaya başlanması gerekir.

    3.4. Hidrolik Enerji Projeleri

    Ülkemizde teknik ve ekonomik yönden değerlendirilebilir hidroelektrik potansiyel 484 adet projeden oluşan 34.700 MW kurulu güç ve 122.8 milyar kWh yıllık enerji ile sınırlıdır.

    DSİ’inin yatırım programında inşa edilecek olan, YİD kapsamında bulunan, % 100 dış kredili anahtar teslimi olarak gerçekleştirilecek olan projeler, toplam hidroelektrik potansiyelin % 55.8’i olup; bu projeler 2020 yılında gerçekleştiğinde toplam hidroelektrik kurulu güç 29.984 MW ‘a yurdun toplam hidroelektrik potansiyelin değerlendirilmesi % 85.5’e yükselecektir. Bunun için gelecek 20 yıllık dönemde, her yıl, sisteme 940 MW düzeyinde bir kurulu güç kapasitesinin eklenmesi gerekmektedir.

    Bu çerçevede, hidrolik enerji projelerinin realizasyonu üzerinde önemle durulmalıdır.

    3.5. Değişik yakıt türlerinin kullanıldığı termik santrallar

    Yurdumuzun genellikle Güneydoğu bölgesinde yer alan toplam 82 milyon ton rezerve sahip asfaltit zuhurları ancak yöresel önemi olan bir potansiyel olarak görülmektedir.

    Önemli bir rezerve sahip olan düşük kalorifik değerli bitümlü şistlerin günümüz koşullarında ekonomiklik sınırlarını zorladığı bilinmektedir. Bu kaynağın bugün termik santral yakıtı olarak kullanılması ekonomik olmayabilir. Ancak gelecekte, her türlü enerji hammaddesine muhtaç olunabileceğini unutmamak gerekir. Bu nedenle özellikle halen kömür oluşumları işletilen Seyitömer ve Çayırhan bitümlü şistleri ile Bolu-Göynük, Mengen, Ulukışla, Bahçecik ve Burhaniye zuhurları yanma ve madencilik yönünden ayrıntılı olarak incelenmelidir.

    Ülkemizde 19 ilin sınırları içinde çeşitli büyüklükte turba oluşumu belirlenmiştir. Bunlardan en önemlileri, Kayseri-Ambar (105 milyon ton görünür rezerv), Hakkari-Yüksekova (74.5 milyon ton görünür rezerv) ve Bolu-Yeniçağa turbalıklarıdır.

    Bitümlü şistlerin, turbalıkların ve bitkisel atıkların yanında değişik yakıt türlerinin kullanıldığı termik santrallar üzerinde durulmalı, bu konularla ilgili araştırmalara önem verilmelidir.

    3.6. Nükleer Elektrik Enerjisi

    Dünyadaki elektrik üretiminin % 18’si günümüzde çalışan

    ABD’de 104 ( Toplam 96 423 MW),
    Fransa’da 58 ( Toplam 61 653 MW),
    Japonya’da 53 ( Toplam 43 691 MW),
    İngiltere’de 35,
    Rusya’da 29,
    Almanya’da 20

    olmak üzere 348 834 MW gücünde toplam 434 adet nükleer santralden sağlanmakta olup halen 14 ülkede kurulu toplam gücü 26 252 MW olan 35 adet nükleer santral inşa halindedir.


    Nükleer enerjinin toplam elektrik üretimindeki payı

    ABD’de % 18.69,
    Fransa’da % 75.77,
    Japonya’da % 35.62,
    İngiltere’de % 27.09,
    Rusya’da % 13.03,
    Almanya’da %28.29’dur.

    Son bir yılda ABD’de nükleer elektrik üretiminde %8’lik bir artışla 728 milyar kWh düzeyine ulaşılmıştır. Bu ülkedeki nükleer santralların kapasite faktörleri ortalama % 86.8 olarak rekor düzeyi yakalamıştır.

    Kapatılacağı söylenen 103 adet nükleer santral halen rekor düzeyde üretim yapmaktadır. Bu santralların birçoğuna, erken kapatılmak yerine 20 yıl daha çalıştırmak üzere lisans verilmesi söz konusudur.

    1999 yılında nükleer enerji Dünya’da 168 milyon ton CO2, 4 milyon ton SO2 ve 2 milyon ton NOX emisyonunu engellemiştir.

    Türkiye’nin 2020 yılına kadar toplam 10.000 MW’lık 2 üniteli nükleer elektrik santralını hizmete sokması gereklidir. MTA’nın şimdilik tespit etmiş olduğu görünür uranyum rezervi 10.000 ton , görünür toryum rezervi de 380.000 ton dur. Toryum yönünden Türkiye Hindistan’dan sonra Dünya’nın en büyük ikinci rezervine sahiptir.

    Ülkemizde nükleer teknoloji ile elektrik üretimine behemahal geçilmelidir. Bu çerçevede nükleer teknoloji ile ilgili olarak kamuoyu çeşitli yöntemlerle bilgilendirmek, bilgi yokluğundan kaynaklanan, muhtelif amaçlarla bazı çevrelerin körüklediği yersiz korkuyu ortadan kaldırmak gereklidir.

    3.7. Yeni ve yenilenebilir alternatif enerji kaynakları

    Türkiye I. Enerji Şurası Enerji Talebi ve Ekonomisi Komisyonu nihai raporunda, orta dönemde yurdun enerji talebini karşılanmasında, güneş, rüzgar, jeotermal, biyomas, deniz ve hidrojen enerjisi gibi yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarından fazla katkı belirlenmemesi gereği vurgulanmaktadır.

    Güneş enerjisinden, ekonomik ve teknik koşullara göre
    2000 yılında 287 Btep,
    2010 yılında 1458 Btep ve
    2020 yılında 3882 Btep
    düzeyinde bir kaynak sağlanması öngörülmüştür.

    Rüzgar enerjisi konusunda 2010 yılı için 2900 MW teklif edilmektedir, 2020 yılı için bu gücün 7800 MW’a yükseltilmesi benimsenmiştir.

    Jeotermal enerjiden halen TEAŞ’ın 20 MW gücündeki Kızıldere santralında yararlanılmaktadır. Bu enerji kaynağı ile
    2010 yılında 500 MW gücünde elektrik üretimi ve 500.000 konut ısıtılması,
    2020 yılında ise 1000 MW gücünde elektrik santralı ve 1.250.000 konut eşdeğeri ısıtma ile 2300 MWt’lık kaplıca ve diğer kullanımın hedeflenmesi önerilmektedir.

    2000 yılında 17 Btep ile başlaması önerilen modern biyomas üretiminin

    2010 yılında 1652 Btep’e,
    2020 yılında ise 3515 Btep’e

    yükseltilmesi planlanmaktadır.

    Henüz gerektiği gibi değerlendirilemeyen yukarıda özetle belirtilen yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının en kısa zamanda enerji arzına katkısının sağlanması, deniz enerjisi ve hidojen enerjisi ile ilgili ise AR-GE çalışmalarının yapılması gereklidir.

    3.8. Elektrik enerjisi üretiminde dengeler ve kalite

    Kaliteli bir elektrik enerjisinin temini için, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, kurulu elektrik üretim gücünün en az %10’u oranında emre amade soğuk ve %10’u oranında sıcak üretim yedeğini sağlayarak sistem güvenliğinin dengesi oluşturulmalıdır. Bu yedekli sistemin, elektrik enerjisi yönünden talebin üretimle başabaş karşılandığı ve hatta bazı yıllar ithalata gereksinim duyulduğu ülkemizde sağlanması mümkün olmamaktadır.

    Hidrolik santrallarda elektrik üretimi miktarı iklime (yağışlara) bağlı olarak değiştiğinden güvenilirlik derecesi düşüktür. Bu nedenle, Türkiye’de toplam elektrik üretiminin %60’ ının termik, % 40’ının ise hidrolik olması idealdir. Muhafaza edilmesi gereken bu oranın 2010 yılına kadar yapılan elektrik enerjisi üretim ve talep değerlendirme çalışmalarında bozulduğu görülmektedir. 1995 yılına kadar elektrik enerjisi üretiminin büyük bir kısmı termik kaynaklardan sağlanırken, bu yıldan itibaren hidrolik elektrik enerjisi üretiminde büyük artışlar sağlanmıştır. Günümüzde ülkenin elektrik üretiminin % 59’unu oluşturan fosil yakıtlara dayalı termik santrallara karşılık, üretimin %46’sını oluşturan hidrolik santralların varlığı, söz konusu dengenin giderek değişeceğinin işaretidir.

    Termik üretim oranı
    2010 yılında % 32 hidroliğe karşı % 68 olurken,
    2020 yılında % 27 hidroliğe karşı % 73’ e
    çıkmaktadır.

    Termik elektrik üretimindeki bu artışın hidrolik imkanlarımızın sınıra gelerek toplamdaki oranının azalmasından ileri geldiği açıktır.

    Ülkemizin elektrik enerjisi talebindeki hızlı artışın güvenilir, yeterli sıcak ve soğuk yedeği sağlayacak sistem güvenliğini koruyacak şekilde, iklim koşullarından ve termik üretimi engelleyecek teknik ve ekonomik etkenlerden en az etkilenecek bir hidrolik-termik dengesine sahip olarak planlanması ve karşılanması gerekir.

    3.9. Elektrik enerjisi üretiminde verimlilik ve sistemdeki enerji kayıpları

    Mevcut termik santralların rehabilitasyonu yoluyla verimliliklerinin artırılması lüzumludur. Bu santralların toplamda ortalama % 57 gibi çok düşük seviyede olan kullanım oranlarının yükseltilmesi, böylelikle proje değerlerine ulaşacak bu santrallarda yaklaşık 18 milyar kWh daha fazla bir üretim yapılması mümkün görülmektedir.

    Bu konu ile ilgili olarak, başta özelleştirme olmak üzere, bir dizi çalışma sürdürülmektedir.

    Kayıpların en önemli kısmı iletimden ziyade dağıtımdan gelmektedir. İletim ve dağıtım tesislerindeki enerji kayıpları 2000 yılı itibariyle ülke çapında % 22 dolayında olup bazı yörelerde % 65’ lere ulaşmaktadır. OECD ülkelerindeki kayıpların % 8 mertebesindeki ortalaması ile karşılaştırıldığında 2.5 kat civarında yüksek olduğu görülür. İletim tesislerindeki kayıplar son yıllarda azalarak % 2.7’ye ( yaklaşık 3 milyar kWh) düşmüştür. Dağıtım tesislerindeki kayıplar ise artarak % 20.4’e (16 726 kWh) çıkmıştır. Bu kaybın parasal karşılığı yaklaşık 2,5 milyar dolar/yıl’dan fazladır.

    2005 yılındaki kayıp % 18.6’ya eşdeğer 36.200 GWh’a ulaşacaktır. VII. Plan döneminde iç tüketim ve kayıp ortalaması % 8.6 oranında bir artış göstermiştir. Bu artış oranının VIII. Beş Yıllık Kalkınma Plan döneminde % 5.7’ye düşeceği öngörülmektedir.

    Enerji sektöründe, üretimde verimliliğin sağlanması, sistemdeki kayıpların en aza indirilmesi amacıyla gerekli her türlü tedbirin alınmasına devam edilmesi, bu çerçevede, konu ile ilgili yeni teknoloji transferinin sağlanması hedeflenmelidir.

    3.10. Enerji tasarrufu ve enerji üretiminde verimlilik

    EIE Genel Müdürlüğü bünyesindeki Ulusal Enerji Tasarrufu Merkezi (UETM) tarafından yapılan çalışmaların sonucuna göre ülkemizde nihai tüketime sunulan enerji miktarından yılda yaklaşık 14 Mtep tutarında enerji tasarrufu yapma olanağı mevcuttur. Bu enerji miktarının parasal değeri yaklaşık olarak 3 milyar ABD doları’dır.

    UETM ile JICA ‘nın müştereken yürüttükleri proje çerçevesinde uygulanan bir program ile 2010 yılına kadar Türk sanayiinde enerji kullanımı ile ilgili verimliliğin %10 oranında artması beklenmektedir. UETM’nin çalışmalarına göre ulusal sanayinin enerji tasarruf potansiyeli oranı % 23 olarak belirlenmiştir.

    Gine UETM’nin rakamlarına göre toplu taşımacılıkla enerji performansının artırılması ile ulaştırma sektöründeki enerji verimliliği % 15’lik bir artış potansiyeline ulaşabilecektir.

    3.11. Enerji ve Çevre

    Türkiye çevre politikasının ana hedefi “Sürdürülebilir Kalkınma ile Birlikte Çevrenin Korunması ve Geliştirilmesi” olarak belirlenmiştir.

    1990 yılında 137.8 milyon ton CO2 emisyonları % 3.9 oranında bir artışla 1998 yılında 187.5 milyon ton’a ulaşmıştır.

    Grafik

    OECD’ye üye ülkeler arasında toplam CO2 açısından 13. sırada bulunan Türkiye, yılda 100 milyon ton’dan fazla emisyon salgılayan 35 ülke arasında 24. sırada yer almaktadır.

    Mevcut senaryoya göre enerjiden kaynaklanan CO2 emisyonları

    1990 yılında 137.8 milyon ton olan CO2 emisyonu
    2000 yılında 253.6 milyon ton
    2005 yılında 347.9 milyon ton
    2010 yılında 486.5 milyon ton

    olacaktır.

    Elektrik üretiminde SO2 emisyonlarına gelince,
    1990 yılında 13.29 ton/GWh olan SO2 emisyonu
    2000 yılında 7.11 ton/GWh
    2005 yılında 3.80 ton/GWh
    2010 yılında ise 2.87 ton/GWh düzeyine ulaşacaktır.

    Baca gazı kül tutma elektrofiltreleri genelde % 96.6 düzeyinde verimlilikle çalışan termik santrallara % 95 verim ile çalışan Baca Gazı Desülfürizasyon tesislerinin peyderpey kurulması ile giderek düşeceği öngörülen bu oranlar memnuniyet vericidir.

    Çevre konusunda güdülen politikanın ana stratejisinin doğal kaynaklarının yönetimi, insan sağlığı ve doğal dengenin korunması ile sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması ve gelecek nesiller için doğal fiziksel ve sosyal çeverenin bırakılması esasından hareketle, özellikle CO2 emisyonları ile ilgili olarak yukarıda belirtilen rakamların alınacak tedbirlerle azaltılması gereği ortaya çıkmaktadır.

    Enerji üretiminde emisyonların düşürülmesi ve çevresel etkilerin azaltılması amacıyla akışkan yataklı enerji üretim tesisleri, baca gazı desülfürüzasyon tesisleri, etkin santral atık depolama ve arıtma tesisleri, rekültivasyon v.b. yeni gelişmiş teknolojilerin daha etkin bir şekilde uygulanması, ulusal ekonominin elverdiği ölçüde hiç veya az emisyon veren yakıt dönüşümlerinin yapılması, az enerji ile çok iş kuralından hareketle enerji verimliliğinin ekoloji lehine artırılması özet bir anlatımla temiz enerji temiz çevre prensibinin uygulanması enerji sektörüne ana çabalardan biri olmalıdır.

    3.12. Teknolojik araştırma ve geliştirme


    Ulusal Araştırma ve Geliştirme (AR-GE) programlarının ana politika hedefleri “Orta ve uzun dönem enerji arz güvenliğinin, yerli kömürlerin temiz kullanımı, jeotermal, güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve özellikle enerji yoğun sanayide enerji tasarrufu ve verimliliğin artırılması yoluyla sağlanması “ olarak ifade edilmektedir.

    Ülkemizde AR-GE öncelikleri Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nca periyodik bir plan çerçevesinde belirlenmektedir.

    Enerji Teknoloji Politika Çalışma Grubu’nca 1998 yılında yayınlanan Ulusal Enerji Teknoloji politikası raporunda şu sonuçlara yer verilmektedir :

    - Verimli nihai enerji kullanım teknolojilerinin teşvik edilmesi ve enerji tasarrufunun artırılması;
    - Mümkün olan en kısa zamanda “Enerji Verimliliği Kanunu” nun Parlamento’da görüşülmesinin sağlanması;
    - Türkiye için en uygun enerji verimli teknolojilerin seçilmesi için danışma organı görevini üstlenecek ve teknolojilerin pazara girmesini sağlayacak bir komitenin kurulması ve Ulusal Enerji Tasarrufu Merkezinin bu komitenin sekreterya görevini üstlenmesi;
    - Enerji üretimi için çevre dostu teknolojilere doğru yönlendirme;
    - AR-GE çalışmalarının arttırılması vasıtasıyla yenilenebilir enerji teknolojileri uygulanabilirliğinin kazanılması ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının teşvik edilmesi.

    Yurdumuzdaki AR-GE çalışmalarını yöneten ve yönlendiren TÜBİTAK’ın ve AR-GE önceliklerini belirleyen Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun yurt gerçeklerine yönelik, yenilikçi, uygulanabilir, enerji konusunda yüksek teknolojileri üretmeyi amaçlayan projeleri teşvik etmesi ve bu gibi projelere ağırlık vermesi düşüncesi ağır basmaktadır.
    Bu çerçevede örneğin, Ülkemiz düşük kaliteli linyit kömürlerinin yakılmasına yönelik akışkan yatak modelli yakma sistemleri ve diğer “Temiz Enerji Teknolojileri” alanında nükleer elektrik enerjisi üretiminde toryumdan yararlanılabilmesi konusunda, deniz, biyokütle, hidrojen enerjisi ve Fotovoltaik çevrim teknolojileri ile ilgili araştırma projeleri hemen akla gelebilen önemli projeler olarak not edilebilir.

    Özetle enerji alanında araştırma ve geliştirme çalışmalarının yurt ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde programa bağlanması gerekmektedir.

    4. ENERJİ SEKTÖRÜNDE ALINMASI GEREKLİ İDARİ VE HUKUKİ TEDBİRLER

    - Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı enerji sektöründe gelişen şartlar göz önünde bulundurularak yeniden yapılandırılmalıdır;
    - Enerji sektörü ile doğrudan ilgili MTA, TKİ, TTK, EİE ve TPAO gibi kuruluşların sistematik bir şekilde reorganizasyonu lüzumludur;
    - Yurdun enerji politikalarının yeniden belirlenmesi ve siyasi otoriteden bağımsız olarak yürütülmesinde devamlılığı sağlamak için Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı nezdinde enerji konusunda gerekli bilgiler ile mücehhez ve deneyimli bir Enerji Uzmanlar Kurulu kurulmalıdır.
    - Yeni enerji hammaddeleri kaynaklarının ülke çapında aranmasını ve değerlendirmesini tek elden ve MTA, TKİ, TTK ve TPAO gibi ihtisas kuruluşları ile koordineli olarak yürütecek, yetkileri ve sorumlulukları kesin sınırlarla belirlenmiş bir Enerji Hammeddeleri Arama ve Değerlendirme Grubu ( EHADEG) oluşturulmalıdır.
    - Enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi ile ilgili gerekli tedbirlerin alınması, enerji depolama ve stoklama tesisleri ile kaynak güvenliğinin sağlanması hususunda çalışmalar yapılmalı, bu çalışmalar gerekiyorsa oluşturulacak değişik ihtisas gruplarınca koordine edilmelidir.
    - Orta ve uzun dönemde enerji piyasasında oluşan talebin karşılanmasında gerek kamu ve özel sektör, gerekse yabancı sermayenin katkılarının en iyi şekilde değerlendirilmesi lüzumludur.
    - Enerji sektöründe kamu ve özel sektör yatırımlarının zamanında bitirilebilmesi için her türlü teknik, ekonomik ve idari tedbirlerin alınması ve bu tedbirlerin uygulanmasının yakından takibi gereklidir.
    - Enerji sektöründe özel sektör yatırımlarının teşvik edilmesi ve özelleştirme faaliyetlerine hız verilmesi gereklidir.
    - Yeni çıkarılan Elektrik Piyasası Kanunu’na benzer şekilde enerji ile ilgili kanun, yönetmelik v.b. mevzuatın günün gereksinmelerine cevap verecek şekilde değiştirilmesi ve Avrupa Birliği düzenlemeleri ile uyumlu hale getirilmek üzere revize edilmesi lüzumludur.
    - Doğal gaz ve petrol mevzuatını ve bu ürünlerin piyasasını düzenleyen hukuki ve kurumsal düzenlemelerin behemahal yapılması gereklidir.





    Prof.Dr. M. Eran NAKOMAN




  5. #5
    Junior Member selami88 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    28.12.2007
    Mesajlar
    11
    Konular
    0
    Tecrübe Puanı
    0

    Ynt: fosil yakıtlar (kömür,petrol)

    teşekkürler

 

 

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

Konuyu Favori Sayfanıza Ekleyin

Konuyu Favori Sayfanıza Ekleyin

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •