JEOFİZİĞİN PETROL VE MADEN ARAMA / ARAŞTIRMALARINDAKİ YERİ


Yeryuvarı'ndan elde edien fosil yakıtlar ve yararlı minerallerin sürekli artan oranlarda çıkarılması, ekonomiyi ve uygar dünyanın yaşam yollarını tehdit edebilecek, elikulağında bir yokluğun gölgesini hissettirmektedir. 1970'lerin ortalarındaki olaylar, ilerde varolabilecek bu ilişkinin nasıl oluşabileceğini iyi bir örnek olarak göstermiştir. Hem bilinen hem keşfedilmemiş biçimiyle yeryuvarında güncel olarak varolan petrol, doğalgaz ve metalik mineral miktarları kuşkusuz sınırılanmıştır fakat panik oluşturan bilinen rezervler ile ilişkili problem, tüketilmekte olan bu alanların yerini alabilecek yerküredeki yeni "temin"lerin bulunmasıdır. Enerji temini ve mineral kaynakları için arama (exprolation), "kolay" kaynaklar keşfedilmiş ve işletilmiş olduğu için giderek zor bir hale gelmiştir.

Bu duruma meydan okumada, jeofizik mühendisleri daha fazla sofistike (karmaşık, ayrıntılı) arama/araştırma yöntemleri geliştirdiler. 20. yüzyıla kadar, petrol ve katı minerallerin araştırılması/aranması, yüzeyde sızan, mostra veren ya da diğer bir belirti biçiminde direkt olarak gözlenmesi mümkün yataklar ile sınırlanmştır. Böyle basit yöntemlerle keşfedilebilen bir alandaki bütün oluşumun hangi durumda bulunabileceği, yüzeyden jeolojik bilgi gözlemi ile aşağılara doğru projeksiyonla (önkestirme) indirekt olarak gömülü yatakların varlığının açığa çıkarılmasıyla mümkün oluyordu. Zamanla, yeni yeraltı inceleme yöntemlerine intiyaç duyuldu. Bu yöntemler hiçbir jeolojik gözlem ihtiyacı içermiyordu fakat bu yeni yöntemler, konumunun bilinmesi istenen maden yada petrol yatakları için yararlı olabilen gizlenmiş kayaçların yapısı ve bileşimi üzerine bilgi verebilen yerküre'nin yüzeyindeki fiziksel ölçümleri içermekteydi.

JEOFİZİK VE JEOLOJİ

Yüzey üzerinde yada yukarılarında fiziksel ölçümler kullanarak yerküre'nin incelenmesini biz "jeofizik" olarak tanımlarız. Jeofizik ve jeoloji arasında anlamlı bir sınır çizgisi kurmak hiçte kolay olmamasına rağmen, bu iki bilim dalı arasındaki farklılık öncelikle her birinin başlangıç olarak seçtiği veri türüdür. Jeoloji , yüzeyden çıkarılan ya da kuyulardan elde edilen kayaçlar üzerindeki direkt gözlemlerle yerküre'nin incelenmesini, onun yapısı ve bileşiminin elde edilmesini ya da böyle gözlemlerin analiziyle onun tarihinin incelenmesini içerir. Diğer taraftan jeoizik, uygun aletleri ile genellikle yüzey üzerinde ya da yukarılarında (uçak ile), onların fiziksel özelliklerinin ölçülmesiyle indirekt bir bakış açısıyla gizlenen yerküre'nin bu bölümlerinin incelenmesini içerir. Jeofizik ayrıca, gizlenmiş bölgelerin yapısı ve bileşimi üzerine yararlı bilgiler elde etmek için ölçümlerin yorumlanmasını da içerir. Yer bilimlerinin bu iki dalı arasındaki fark kesin çizgilerle belirlenmemiştir. Örneğin kuyu logları jeofizik bir yöntem olmasına rağmen geniş olarak jeoloji çalışmalarında da kullanılmaktadır.

Geniş anlamıyla jeofizik, yerküre'nin içinin bileşimi ve yapısını incelemek için aletler sağlar. Yeriçi hakkındaki bilgilerimiz kuyular ve maden ocaklarıyla sınırlanmıştır. Daha derinlerdeki bilgimizin tamamı jeofizik gözlemlerden gelmiştir. Yerkabuğu, manto ve çekirdeğin varlığı ve özellikleri, depremlerden sağlanan sismik dalgaların incelenmesinden elde edildiği kadar yer'in gravite, manyetik ve ısısal özelliklerinin ölçülmesiyle de elde edilir. Böyle çalışmalar için geliştirilen aletler ve teknikler, hidrokarbon ve mineral aramaları için de kullanılmaktadır. Aynı zamanda jeofizik yöntemler, yer içinin tabiatını daha akademik amaçlı araştırmak için kullanılan prospeksiyon uygulaması için aygıt olmaktadır. Teorik ve uygulamalı jeofizik alanları, ayrımı yapay olan içiçe geçmiş birbirine bağlı alanlardır.

JEOFİZİĞİN TEKNOLOJİK MEYDAN OKUYUŞU

Jeofizik mühendisliği (exprolation) teknolojinin bağıl olarak yeni bir alanıdır. Demir içeren minerallerin 1600'lere kadar önceye uzanan tarihlerde manyetik pusula ile arandığı bilinmektedir, fakat yalnız geçen yüzyılda maden araştırmasında kullanılmak üzere özel aletlere sahip oldu. Jeofiziğin katkılarıyla ilk petrolün bulunması 1924'de yapılmıştır. Onun tarihi boyunca, arama jeofiziğinin aletleri ve teknikleri sürekli olarak hem performans ve hem de ekonomi olarak gelişti. Bu ilerleme yeni maden/petrol yataklarının bulunması için varolanların tükenmesinden sonra yeni yeteneklerin geliştirilmesi için acımasız bir dürtü olmuştur. Çoğu jeofizik ölçümler başlangıçta aletlerin saha tekniklerinin ya da yorumlama yöntemlerinin yeterince iyi olmaması nedeniyle açıkça hatalı sonuçlar vermiştir. Zamanla bu teknolojinin sürekli desteği ile aşılmış, böylece jeofizik mühendisi, kendi bulunduğu durumdan daha hızlı koşmak zorunda olan ivmelenen bir değirmen üzerindeki insan gibi sürekli gelişmiştir, dinamik bir duruma sahip olmuştur.

Jeofizik mühendisliğinde, teknolojik gelişme çeşitli türlerde olmaktadır. Bazı durumlarda yeni teknikler araştırılan çevre ile ilgili problemlerin çözümü için geliştirilmektedir. Kıyı bölgelerinde, Tundra, ya da lav içerikli bölgelerde, özel bir mantığa ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak böyle bölgelerde "gürültü" türleri sık sık istenen jeofizik bilgi ile girişim oluşturmaktadırlar (karışmaktadırlar) ve özel teknikler böyle girişimlerin bastırılması için geliştirilmek zorundadır. 1950'lerde analog bilgisayar teknolojisine giriş ve 1960'lardaki sayısal bilgisayarlar, jeofizik verilerin her türünün kayıt edilmesi ve veri işleminde yeni kapasitelere olanak tanımıştır.

II. Dünya Savaşı'nı izleyen teknolojik devrim, jeofizik mühendisliğinin etkinliğine geniş derecede katkı koyan birçok bilimsel gelişmeyi oluşturdu. Elektronik bilgisayarlar, mekroelektronik, veri-işlem teknikleri ve navigasyon uydular, uzay çağının nimetleri olarak jeofizik mühendisliğinde petrol ve diğer doğal kaynakların araştırılmasında geniş kullanım olanağı buldu.

JEOFİZİKTE İNSAN KAYNAĞI

Jeofizikte insan kaynağı ile ilgili ilk çalışma, SEG (Society of Exploration Geophysicists) tarafından hazırlanarak 1989 yılında yayınlanmıştır. SEG'in çalışmasında dünyada jeofizik mühendislerinin toplam sayısı jeoefizik mühendislerinin ülkelere göre dağılımı, eğitim düzeyleri ve branşlaşma konularına yer verilmiştir. Türkiye'de bu ülkelerle birlikte (Batı Avrupa grubunda) ele alınmıştır. Akkoyunlu (1995)'in yaptığı bir çalışmada aşağıdaki sorulara yanıt aranmıştır:

-Bugün dünyada toplam jeofizik mühendisi sayısı ve jeofizik mühendislerinin ülkelere göre dağılımı,
- Ülke ekonomisi ile bu ülkedeki jeofizik mühendisi sayısı arasındaki ilişki,
-Eğitim açısından Türkiye'de jeofiziğin diğer yer bilimleri arasındaki yeri ( Yer Bilimlerinde eğitim veren Üniversite kontenjanları baz alınmıştır)
-Türkiye'de bugünkü kaynaklarca bilinen toplam jeofizik mühendisi sayısı, jeofizik mühendislerinin çalıştıkları kurumlara göre dağılımı,
-Dünyada yer bilimlerinde takım çalışması ve önemi

Jeofizik Mühendislerinin Ülkelere göre Dağılımı

1989'da yapılan araştırmalara göre dünyada toplam 72.000 jeofizik mühendisi bulunmakatadır. Jeofizik mühendisleinin ülkelere göre dağılımına baktığımızda en yüksek rakam Rusya'da (Eski Sovyetler Birliği) olup dada sonra Çin gelir. En düşük sayı ise Afrika'dadır . Bu durum ülkelerin nüfusu ve ekonomik gelişmesi ile ilgilidir. Bu istatistiklerde Türkiye Batı Avrupa grubu altında ele alınmıştır. Ülkelerin sahip oldukları alana bakıldığında her ülke için bu durum değişir.

Bir milyon nüfus başına düşen jeofizik mühendisi sayısının ülkelere göre dağlımına baktığımızda en yüksek rakam Avusturalya'da görülür.

Ülke ekonomisi diğer bir değişle bir ülkede kişi başına düşen yıllık gelir miktarına göre Ülkeleri üç gruba ayırabiliriz. Bunlar gelişmekte olan, gelişmiş fakat yeraltı kaynağı açısından fakir, gelişmiş ve kaynakça zengin ülkelerdir. İlk gruba giren ülkeler Hindistan ve Kenya, ikincisi Almanya, Fransa, Japonya, Hollanda, üçüncü grupta ise Avusturalya, Kanada, Norveç, Rusya ve ABD'dir.

Türkiye ise bu üç grubun hiç birine girmemektedir. Bunun en önemli nedeni ise mevcut jeofizik mühendisi sayısı ile kişi başına düşen yıllık gelir miktarı arasında büyük uçurum olmasıdır. Jeofizik Mühendisi sayısı fazla ancak gelir miktarı düşüktür. Gelişmiş ve kaynakça zengin ülklerle karşılaştırıldığında Türkiye'de bir milyon nüfus başına düşen gelir miktarı daha düşüktür. Gelişmekte olan ülkelerin oluşturduğu guba bakacak olurasak jeofizik mühendisi sayısının nüfusa oranı 4'ün altındadır. Bu ülkeler, hem ekonomik yönden hem de insan kayanağı konusunda dışa bağımlıdır.

Üllkemizde Jeofizik Mühendislerinin Yer Bilimleri içindeki Dağılımı ve Konumu

Türkiye'de jeofizikte yürütülen faaliyetlerin braşlara göre dağılımında, jeofizik mühendislerinin yalnız bir branşta çalıştıkları kabulü yapılmıştır.

Türkiye'de çalışan jeofizik mühendisleri şu uzmanlık alanlarında görev alır. Akademik çalışma yürüten % 31.6 oranındadır. Bunu % 24.8 oranla maden sektörü (MTA, ETİBANK) izler. Yeraltısuyu arama çalışmaları için yalnızca kamu şektörüne bağlı kurumlar ele alındığında (DSİ, Köy Hizmetleri, ASKİ, İSKİ) bu oran % 18.1 dir. Türkiye'de toplam jeofizik mühendislerinin % 13.9 kadarı hidrokarbon arama ve geliştirme çalışmalarını yürütür (TPAO). Jeoteknik hizmetlere baktığımızda (TCK, DLH, EİEİ, DHMİ, GAP İdaresi, İller Bankası) % 5.3 'ü bu alanda çalışır. Özel sektörde bu oran % 6.1 dir.

Yer bilimlerinin gelişimi diğer bilim dallarında olduğu gibi iyi yetişmiş insan gücü ve teknolojiye bağlıdır. Temelde yatan en önemli faktör, teknolojiyi finanse edebilecek iyi düzeydeki ekonomidir. Gelişmiş ülkeler ve gelişmemiş ülkeleri birbirinden ayıran etken, ekonominin yanısıra insan faktörüdür. İnsan faktörü ise eğitime bağlıdır. Jeofizikte insan kaynağı jeofizik çalışmalara yapılan yatırım da ülke ekonomisine ve eğitim düzeyine bağlı olarak değişir.

Türkiye'de jeofizik eğitimi veren yüksek öğretim kurumlarnda diğer yer bilimleri ile jeofizik mühendisleri karşılaştırıldığında; İTÜ için jeofizik mühendislerinin yer bilimcilere oranı % 26.2 dir. Burada jeofizik mühendisliği bölümü dörtte bir oranındadır. İstanbul Ünivesitesi'nde ise Jeofizik mühendisliği bölümü % 36.5 oranındadır. KTÜ ve Kocaeli Üniversitelerinde %50 oranınada jeofizik mühendisi alınırken Dokuz Eylül Üniversitesi % 17.7 oranında, Ankara Üniversitesi % 35.6, Süleyman Demirel Üniversitesi % 33.3 oranında kontenjan ayırmıştır.

Yer Bilimlerinde (Earth Sciences) Takım Çalışması

Yer bilimlerinde yürütülen çalışmalar temelde mühendislik ve bilimsel çalışmalar olmak üzere sınıflandırılabilir. Yeraltı kaynaklarının iyi değerlendirilmesi ve ülke ekonomisine en verimli şekilde kazandırılması bu iki grubun yürüttüğü takım çalışmasına bağlıdır. Takım çalışmasının temelinde branşlar arası güven yatar. Örneğin bir jeoloji mühendisinin kuyu verilerinin yorumunu yaparken bir jeokimyacı ile ortak çalışması ve bilgi alışverişinde bulunması gerekebilir. Elde edilebilecek sonucun güvenilirliği farklı branşlarda çalışan kişilerin işbirliğine bağlıdır.

Takım çalışmasında sürekli karşımıza çıkan en önemli iki sorun dil ve kültür sorunudur. Burada kültür sorunu mühendislik ve bilimsel çalışmaları içerirken, dil sorunu branşlar arası kavram farklılığından doğar. Bunun için yalnızca petrol endüstrisini incelersek; burada görüldüğü gibi bir çok branş birlikte çalışmaktadır ve tümü dil ile kültür açısından farklıdır. Burada olduğu gibi petrol endüstrisi sayısal ve sözel dili bilimsel nedenlere dayandırarak mühendislik problemini çözmeyi amaçlar. Bunun sonucu gurup çalışması kavramı ortaya çıkar. Büyük ölçekli takım çalışmasına geçilmeden önce branşlar kendi aralarında dil engelini kaldırmalıdır.

sdü jeofizik müh. sitesinden alıntıdır!!!!