2 sonuçtan 1 ile 2 arası
  1. #1
    Senior Member duygu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.03.2007
    Mesajlar
    589
    Konular
    44
    Tecrübe Puanı
    0

    bunları biliyor musunuz?

    -Jeoloji, yerküreyi oluşturan maddeleri ve jeolojik süreçleri inceler. Jeoloji Mühendisliği, jeolojik problemlerin araştırılmasını; maden, petrol ve yeraltı su kaynaklarının bulunmasını ve geliştirilmesini; mühendislik yapılarının yer seçimini ve doğal afetlerin tanımlanmasını ve bunlara ilişkin uygulamaları içerir.

    -Dünya'nın sonu konusunda çeşitli modeller geliştiren Amerikan Ulusal Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA) araştırmacılarına göre, 250 milyon yıl kadar önce tek bir süper kıta olan Dünya, 250 milyon yıl sonra yine tek bir kıta haline gelecek.

    -Yeraltı suyu kirlenmesinin en büyük sebebi, evsel ve endüstriyel atıkların arıtılmadan alıcı ortamlara verilmesidir. Katı, sıvı ve gaz atıklar alıcı ortama verildikten sonra; iklim durumuna, toprağın yapısına, yeryüzü şekline, atığın cinsine ve zamana bağlı olarak yeraltı sularına karışır.

    -Denizaltı bozunması veya halmiroliz, sedimanların denizsuyu ile glokonit, fıllipsit ve kil mineralleri oluşturmak üzere reaksiyona girmesidir

    -Alüminyum, doğada bileşik halde (oksit halinde ) bulunur ve yerkabuğunun yaklaşık %8’ini oluşturur. Alüminyum üretiminin en önemli hammaddesi olan Boksit minerali %30-60 alüminyum oksit içerir. Dünyada boksit rezervlerinin en fazla olduğu ülkeler Avustralya, Jamaika, Gine ve Brezilya olarak sıralanabilir.

    -Lületaşının, beyaz, sarımtrak, gri ya da kırmızımsı ve mat renklileri vardır. Sertlik derecesi 2 - 2.5 olup, hafif yapışkan ve gözeneklidir. Toprağın 20- 60-130 metre derinliklerinde, irili ufaklı yumrular halinde bulunur. Küçük yumrular, derinlere açılan kuyular ve kuyulara bağlı tüneller kazılarak toplanır.

    -Plaser yataklarında; elmas, monazit, sillimanit, disten, andaluzit, granat ve korund gibi minerallere ait son derece büyük zenginleşmeler meydana gelir.

    -Minerallerin aşınmaya ve çizilmeye karşı gösterdikleri direnç sertlik olarak bilinir. Minerallerin sertliği Avusturyalı mineralog Friedrich Mohs tarafından 1822 de ortaya konulan ve Mohs sertlik dizisi adı verilen bir ölçek yardımıyla nisbi olarak ölçülür.

    -Deprem dalgaları yüzey ve cisim dalgaları olmak üzere iki ye ayrılır.
    Rayleigh dalgaları yüzey dalgaları olup, S ve P dalgalarına göre daha yavaş fakat genlikleri daha büyüktür. Love dalgaları yüzey dalgalarıdır. Bu dalgalar raylegh dalgalarına göre daha hızlıdır.

    -Madenlerimizin gerekli jeoloji ve madencilik yöntemleriyle sistemli olarak araştırılması ve işletilmesi amacıyla 22 Haziran 1935 tarihinde 2804 sayılı yasayla Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü kurulmuştur.

    -Bor madenleri yeryüzünde mineral tuzları şeklinde bulunmaktadır. Bor madenleri içindeki B2O3 oranına göre değerlendirilir. Dünyadaki bor madeni rezervlerinin % 66'sı Türkiye'dedir. Dünyada işletilen toplam 488 milyon tonluk rezervin 320 milyon tonu Türkiye'dedir.

    -Depremler levhaların birbirlerini dokunduğu sınırda oluşan deformasyon ve kırıklarla ilişkili olduğundan deprem odakları levha sınırlarını belirler. Şekilde görülen deprem odaklarının belirgin sınırlar boyunca oluşturduğu diziler 'Deprem Kuşakları' olarak adlandırılır. Ülkemizin üzerinde bulunduğu deprem kuşağına 'Alp-Himalaya deprem kuşağı' denir.

    -Levha tektoniği açısından, volkanların çoğunluğu levhaların birbirinden uzaklaştığı yerkabuğunun tansiyon bölgelerinde ve levhaların birbiri altına daldığı kompresyon zonlarında sıralanmışlardır.

    -Ülkemizde lületaşı, yüzyıllardan beri bilinen ve geleneksel ihraç ürünlerimizden olan bir mineral olmasına karşılık, sedimanter oluşumlu, tabakalı tip sepiyolit yataklarına yönelik araştırmalar son yıllarda başlatılmış ve kullanım alanlarının tespitine yönelik teknolojik çalışmalar yürütülmüştür. Atapulgit ise, ülkemizde halen üretimi olmayan, ancak jeolojik olarak çeşitli yörelerde bulunması muhtemel bir kil mineralidir.

    -Deniz suyu hacimsel olarak buharlaşma nedeniyle %50'nin altına düştüğünde, deniz suyu çözeltisinden itibaren jips çökelimi gerçekleşmektedir.

    -Tarihsel zamanlardan beri yeryüzünde faaliyet halinde bulunan volkanların sayısı yaklaşık olarak 500 kadardır.

    -Birkaç on bin yıllık bir dönem boyunca, bir magmatik sokulum 200 metre kalınlığındaki bir örtü tabakasını 600°C kadar ısıtabilir.

    -Fanerazoyik devir, yeryüzü yaşamının son 545 milyon yıllık dilimini içine alır. Fanerazoyikte yaşam önce suda çeşitlenip yaygınlaşmış, daha sonra karaya çıkıp kıtalara yayılmıştır.

    -Diyajenez, gevşek sedimanların sert bir kaya oluşturmak üzere sıkışıp-pekişmesi şeklinde ifade edilebilir ve sedimantasyon ile metamorfizma arasındaki bütün süreçleri kapsar.

    -Yağmur, özel şekilde yapılmış ve bugün standart hale getirilmiş aletlerle ölçülür. Bunlara "Yağmur Ölçen" (Raingage, Pluviometer, Pluviograph) adı verilir. Yağmurölçerler, ölçme açısından ağırlık ve yükseklik ölçen, kaydetme açısından her yağıştan sonra deposunda toplanan su miktarını kaydeden ve yağış süresince devamlı kayıt yapan olarak sınıflandırılır.

    -Kaldera, Portekizcede ve İspanyolcada kazan anlamına gelmektedir. Kraterin büyük boyutlusudur. Bir volkanın doruk kesiminin bir patlama ile parçalanarak dağılması, ya da bacayı dolduran magmanın yerkabuğu içinde geri çekilmesi ve kraterin çökmesiyle oluşur. Van gölü batısındaki Nemrut Dağı üzerinde bir kaldera vardır. Bu çanağın içinde birkaç göl, küçük volkan konisi, genç lav yığınları, ılık su ve gaz kaynakları vardır

    -Başkalaşım kayaçları veya metamorfitler olarak da adlandırılan ve yerkabuğunun yaklaşık % 27'sini oluşturan metamorfîk kayaçlar, önceden mevcut kayaçların, sıcaklık, basınç ve kimyasal olayların etkisi altında metamorfizmaya (başkalaşma olayı) uğraması sonucu meydana gelirler ve metamorfizma derecesi ile oluştukları kayacın kimyasal bileşimine göre çeşitli tip ve özellikte bulunurlar.

    -Magmatik kayalar, yüksek sıcaklığa sahip, basınç altında çözelti halinde bulunan çeşitli silikatlar, oksitler, sülfürler ve uçuculardan oluşmuş magma adı verilen doğal eriyiklerin soğuyarak katılaşması yoluyla meydana gelir. Magma yerkabuğu içinde farklı derinliklerde yerleşir.

    -Plütonik kayaçların çevre kayaçlarla temasta olması durumunda, ısı aktarımı ve hidrotermal çözeltiler, beril, bor mineralleri, pirit, apatit, grafit, asbest ve talk minerallerine ait kontak metasomatik veya skarn yataklarını oluştururlar.

    -Dünyanın en kurak kıtası olan Avustralya'nın en önemli su kaynağı Murray-Darling Nehri yükselen tuz seviyesinin tehdidi altında.

    -60 milyon yıl önce, üçüncü jeolojik devirde Toroslar yükseldi, kuzeydeki Anadolu platosunun sıkışmasıyla yanardağlar faaliyete geçti. Erciyes ve Hasandağı ile ikisinin arasında kalan daha küçük Göllü dağ lavlar püskürttüler. Platoda biriken küller yumuşak bir tüf tabakası oluşturdu. Tüf tabakasının üzeri yer yer sert bazalttan oluşan ince bir lav tabakası ile örtüldü. Bazalt çatlayıp, parçalara ayrıldı. Yağmurlar çatlaklardan sızıp yumuşak tüfü aşındırmaya başladı. Isınan ve soğuyan hava ile rüzgârlar da oluşuma katıldı. Böylece sert bazalt kayasından şapkaları bulunan koniler oluştu. Bu değişik ve ilginç biçimli kayalara halk bir ad yakıştırdı. "Peribacası" dedi. Bazalt örtüsü olmayan tüf tabakaları ise erozyonla vadilere dönüştü, ilginç şekilli kanyonlar oluştu.

    -Dedolomitleşme (kalsitleşme), dolomitin kalsit tarafından metasomatik olarak ornatılması veya MgCO3'ın dolomitten seçimli olarak uzaklaşmasıdır.

    -İlk defa 1669 yılında, Steno adında Danimarkalı bir doğa bilimci, karasal alanlarda denizel tortullar ve bu denizel tortullar içindede, oluştukları zamanı simgeleyen deniz canlıları kalıntılarını fark eder ve dünyamızı oluşturan kayaçların bir anda değil de, zaman içinde denizlerde üst üste yığışarak oluşmuş olmaları gerekliliğine işaret eder. Tabakaların üst üste bulunuşlarından hareketle de, altta bulunan tabakanın daha yaşlı, onun üzerinde de bulunanın, daha genç olması gerekliliği ilkesini (superposition) ortaya atarak, yeryuvarı tabakalarının göreli, olarak yaşlandırılabilmesi prensibinin temelini atar.

    -Türkiye’nin tatlı su potansiyelinin yaklaşık %10’luk bölümünü yeraltı suları oluşturur. Yeraltı suları aynı zamanda sulak alanları besleyen önemli kaynakların başında gelmektedir. Pek çok işlevi olmasıyla birlikte, özellikle denizin etkisini azaltarak kıyıdaki ve lagünlerdeki tuzlanmayı önler. Kıyılardaki aşırı yeraltı suyu çekimi bu işlevi sona erdirir ve tuzlanma başlar.

    -Dipten yerkabuğunun içine çok büyük kütleler, yığınlar halinde sokulmuş, fakat yer yüzeyine ulaşamadan derinlerde katılaşmış mağmatik derinlik kayaçlarına batolit denmektedir. Batolitlerin kökleri dipsiz derinliklerdedir. Uludağ bir batolittir. Anglo-Saxon ülkelerinde "stock" batolit yerine kullanılır.

    -Sedimanları kayaç haline getiren fiziksel ve kimyasal süreçlere (metamorfizma hariç) diyajenez adı verilir. Diyajenez de birbirini izleyen olaylarla gerçekleşir.

    -MTA Genel Müdürlüğü, Tabiat Tarihi Müzesi'nin yanı sıra, Türkiye'nin ilk Jeoloji Parkı'nı da oluşturmuştur. Genel Müdürlük kampüsü içinde, yaklaşık 10.000 m2lik bir alanda bir Türkiye haritası yapılmıştır. Bu harita üzerinde büyük fay hatları, belli başlı volkanlar gibi ülkemizin önemli jeolojik yapıları ile birlikte, önemli yeraltı kaynakları ve jeolojik süreçlerle oluşmuş doğal anıtları sergilenmektedir. Ziyaretçiler, Türkiye'nin jeolojik yapısını çeşitli özellikleri ile tanırlarken, ülke ekonomisine katkıda bulunan yeraltı kaynaklarının nerelerde bulunduğunu, fiziksel özelliklerini doğrudan görerek, dokunarak ve açıklayıcı bilgilerden yaralanarak öğrenmiş olacaklardır.

    -Yerkabuğundaki birçok faktör yaşamımızı etkilemektedir. Günümüzde milyonlarca insan radon, toryum, uranyum, arsenik, cıva, kurşun, kalay, kobalt, nikel, molibden, silisyum, bakır, kadmiyum, kükürt, magnezyum, talyum, flor, iyot, vb. elementlerin azlığından veya çokluğundan dolayı sağlık sorunları yaşamıştır ve yaşamaktadır. Bununla birlikte insanlar binlerce yıl boyunca veba, çiçek, humma gibi hastalıkların tedavisinde bazı kayaçlar ve minerallerden yararlanmışlardır. Yeni gelişen ve giderek önem kazanan bu gibi konular Tıbbi Jeolojinin ilgi alanına girmektedir. Jeoloji Mühendislerini, Tabipleri, Epidemiologları, Diş Hekimlerini, Patologları, Veteriner hekimlerini, Ziraatçıları, Biyologları, Hidrojeologları, Mineralogları ilgilendiren Tıbbi Jeoloji; insan, hayvan ve bitki sağlığı üzerine ortam jeolojisinin etkilerini inceleyen bir bilim dalıdır.

    -Minerallerin çizilmeye karşı gösterdikleri direnç sertlik olarak bilinmektedir. Minerallerin sertliği doğrudan kristal yapıları ve atomlar arasındaki bağ kuvvetleri ile ilintilidir. Bağ kuvvetleri arttıkça minerallerin sertliği de artmaktadır. Sertlik bağıl bir kavram olup, sertlik derecesinin saptanması sertliği bilinen bir mineral veya çakı, iğne vb malzemelerle deneme yoluyla yapılır. Bunun için en yaygın olarak kullanılan skala (çizelge) Mohs'un geliştirdiği çizelgedir. Mohs sertlik dizisinde 10 mineralin sertliği en yumuşak olandan en sert olana doğru sıralanmıştır. Bu çizelgeye göre en yumuşak olandan sert olana doğru yapılan sıralama şöyledir; 1. Talk, Grafit, Kaolin (Mg3 (Si4O10) (OH)2) tırnakla çizilebilir 2. Jips, Antrasit, Kayatuzu (Ca SO4 2H2O) 3. Kalsit, Dolomit (Ca CO3) çakı veya iğne ile çizilebilir 4. Flüorit (Ca F2) 5. Apatit (Ca5 F (PO4)3 6. Feldispat (Ortoklaz) (K Al Si3O8) 7. Kuvars, Agat (SiO2) 8. Topaz (Al2 (SiO4) (OH F)2 camı çizebilenler 9. Korindon (Al2 O3) 10. Elmas (C)

    -Metalik madenler genellikle kristalin derinlik kayaları ile metamorfik serilerin egemen olduğu bölgelerde , kömürler karasal tortulların yaygın olduğu yörelerde petrol ise özel nitelikte denizel tortuların birikmiş olduğu sahalarda oluşup geliştirler

    -Yeraltı suyu kirlenmesinin en büyük sebebi, evsel ve endüstriyel atıkların arıtılmadan alıcı ortamlara verilmesidir. Katı, sıvı ve gaz atıklar alıcı ortama verildikten sonra; iklim durumuna, toprağın yapısına, yeryüzü şekline, atığın cinsine ve zamana bağlı olarak yeraltı sularına karışır.

    -Aletle depremlerin ölçülmesine yönelik ilk aygıt; M.S. 132 yılında Çinli filozof Chang Heng tarafından icat edilmiştir. Bu aygıt ayaklı bir vazo üzerine eşit aralıklarla yerleştirilmiş 8 tane ejderha başı ile vazonun ayağı üzerine yerleştirilmiş 8 tane kurbağadan oluşur (Şekil.16). Kurbağların açık olan ağızları ejderhalara doğru dönüktür. Deprem sırasında ejderlerden bazıları ağızlarındaki bilyeyi kurbagaların ağzına düşürür. Hangi ejderin bilyesi düşmüşse sarsıntının doğrultusu o yödedir. Aletin kendi bulunduğu yerde hissedilemeyen yaklaşık 750 km uzaklıklardaki depremleri algılayabildiği söylenmektedir.

    -Türkiye’nin en eski fosilleri erken Paleozoik zamanda Kambriyen dönemde (544-505 milyon yıl önce) yaşamış TRILOBİTLER’dir.

    -Fosfat kayaları, çoğunlukla glokonit ve koprolitler ile birlikte, Kambriyen, Permiyen, Geç Jura, Erken Kretase ve Tersiyer dönemlerinde olduğu gibi geniş transgresyon dönemleri esnasında denizlerde oluşurlar.

    -Dünya toplam işletilebilir altın rezervi 49 bin tondur ve dünya altın üretimi, son 25 yılda yaklaşık olarak ikiye katlanmıştır. Bu gelişmeler sonucunda, bilinen altın cevherleri işletmeye alınırken, yeni altın yataklarının bulunması için tüm dünyada yoğun bir arama ve yatırım dönemi başlamıştır. Dünya altın üretiminin %53'ü dört sanayileşmiş ülke tarafından yapılmaktadır. Bu dört ülke ABD-Kanada-G.Afrika Cum.-Avustralyadır.

    -Tsunami kelimesinin kökeni Japonca'dır. Bu dev okyanus dalgaları ilk defa Japon balıkçılar tarafından "tsunami" olarak isimlendirilmiştir. Etimolojik olarak incelendiğinde "tsu" liman, "nami" dalga anlamlarına gelmektedir. Bu tür dalgalar rüzgar dalgalarından farklıdır. Deprem, toprak kayması, meteor düşmesi, volkanik patlamalar gibi nedenlerle oluşan uzun periyotlu deniz dalgalarıdır.

    -Baraj mühendisliği, uygarlığın bir parçası olarak 5000 yıldan beri insanlığın hizmetindedir. Çin'de Hindistan'da ve Mısır'da eski uygarlıklardan kalma birçok baraj kalıntısına rastlamak mümkündür. Türkiye'de Romalılar zamanından kalma iki adet baraj kalıntısı vardır. Bunlardan birincisi, Ankara'nın 190 km kuzeyindeki Örükkaya'daki barajı olup yüksekliği 16 m, uzunluğu 40 m dir. Diğeri ise İstanbul'un 210 km güneyinde Çavdarhisar'da Kocasu üzerinde 7 m yüksekliğinde ve 80 m uzunluğundaki barajdır. Her iki baraj da iki taş duvarla kaplanmış toprak çekirdekten oluşmaktadır.

    -Türkiye jeoloji haritasına bakıldığında yurdumuzun hemen her tarafında çeşitli büyüklükte Paleozoyik hatta Alt Paleozoyikden Tersiyer başlarına kadar olan dönem içerisinde çeşitli derecede metamorfizmaya uğramış masifler görülmektedir. Bir bakıma ülkemizin temel taşlarını oluşturan bu masifler üç gurup altında incelenebilirler:
    1. Tamamen yüzeyde görülen Batı Anadolu Masifleri
    2. Neojen örtüleri altından adacıklar şeklinde yüzeye çıkan İç Anadolu Masifleri
    3. Büyük ölçüde volkanik örtü altında kalmış olan Doğu Anadolu Masifleri

  2. #2
    Senior Member orkunayhan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10.10.2006
    Mesajlar
    621
    Konular
    37
    Tecrübe Puanı
    0

    Ynt: bunları biliyor musunuz?

    bilgilerin için teşekkürler...

    Bİlgili..

 

 

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

Konuyu Favori Sayfanıza Ekleyin

Konuyu Favori Sayfanıza Ekleyin

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •