Sayfa 1/2 12 SonSon
16 sonuçtan 1 ile 10 arası
  1. #1
    Senior Member duygu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.03.2007
    Mesajlar
    589
    Konular
    44
    Tecrübe Puanı
    0

    duygu yüklü hikayeler



    TUZLU KAHVE

    Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika birşeydi. O gün peşinde o kadar
    delikanlı vardı ki... Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti.
    Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı ama tam bir
    kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular.
    Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu.
    Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı...

    “Ben artık gideyim” demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.

    “Bana biraz tuz getirir misiniz” dedi. “Kahveme koymak için.”

    Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı. Kahveye tuz! Delikanlı
    kıpkırmızı oldu utançtan ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı.

    Kız, merakla “Garip bir ağız tadınız var.” dedi.. Delikanlı anlattı: “Çocukken
    deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım.
    Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.
    Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı
    dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu
    ailemi hatırlıyorum... Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar.
    Onları ve evimi öyle özlüyorum ki...”

    Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının... Kız dinlediklerinden
    çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar
    özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini
    arayan, evini sakınan biri... Ev duyusu olan biri... Kız da konuşmaya
    başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi...

    O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu... Tatlı ve sıcak.
    Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii...
    Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses,
    prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses
    ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu...
    Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü...

    40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. “Ölümümden sonra aç” diye
    bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu, satırlarında: “Sevgilim,
    bir tanem. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum
    için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.

    İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki,
    şeker diyecekken ‘Tuz’ çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana bakarken,
    değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim
    ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı
    defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim.
    Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok...

    İşte gerçek: Ben tuzlu kahve sevmem! O garip ve rezil bir tat.
    Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim.
    Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın
    en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum.
    Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden
    tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim,
    ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da...”

    Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında
    birgün biri, kadına “Tuzlu kahve nasıl bir şey?” diye soracak oldu..

    Gözleri nemlendi kadının...
    Çok tatlı!.. dedi...

  2. #2
    Senior Member duygu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.03.2007
    Mesajlar
    589
    Konular
    44
    Tecrübe Puanı
    0

    Ynt: duygu yüklü hikayeler

    gerçek dost

    Ülkenin birinde iki gerçek dost yaşarmış.
    Birinin malı, ötekinin malı gibiymiş.
    Anlaşılan o ülkede dostluk, bambaşkaymış...

    Bir gece ülkede herkes dalmış derin uykulara.
    Orada güneş battı mı, fırsat bu fırsat der,
    uykunun tadını çıkarırmış millet.

    Gece yarısı bizim dostlardan biri, fırlamış yatağından,
    koşmuş doğru dostunun evine.
    Uyandırmış hizmetçileri tatlı uykularından...

    Dostu, yukarıdan duymuş sesini. Hemen kaptığı gibi
    kılıcını, kesesini, koşmuş dostunun yanına...

    "Hayrola!" demiş, merak içinde, soluk soluğa...
    "Sen, kolay kolay uyandırmazsın kimseyi,
    uykuyu da seversin üstelik.
    Kumarda kaybettiysen; al şu keseyi.
    Evini bastılarsa; işte buradayız ben ve kılıcım.
    Haydi gidip haklarından gelelim.
    Yalnız yatamaz mı oldun yoksa???
    Benim güzel cariyeyi al git öyleyse..."

    "Yok a canım." demiş dostu... "Ne o, ne de bu.
    Rüyamda biraz düsünceli gördüm seni...
    Sakın başı dertte olmasın deyip koştum.
    Kusura bakma dostum!"


    Gerçek bir dostu olmak ne güzel bir şey!
    Derdini açmanı beklemez bile...
    Kendi bulup söylemek ister, belki sen çekinirsin diye.
    Sevdiği insanın üstüne titrer,
    bir düşten, bir hiçten nem kapar.

  3. #3
    Senior Member duygu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.03.2007
    Mesajlar
    589
    Konular
    44
    Tecrübe Puanı
    0

    Ynt: duygu yüklü hikayeler



    zenginlik başarı ve sevgi
    Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın, kapısının
    karşısındaki kaldırımda oturan bembeyaz sakallı üç yaşlıyı
    görünce önce duraksadı, sonra onları, tüm içtenliğiyle evine
    davet etti; "Burada böyle oturduğunuza göre, üçünüz de
    kesinlikle acıkmış olmalısınız" dedi. "Lütfen içeri gelin,
    size yiyecek birşeyler hazırlayayım."

    Üç yaşlıdan biri, kadına, eşinin evde olup olmadığını sordu.
    Kadın, eşinin biraz önce çıktığını, şu anda evde olmadığını
    söyledi. Yaşlı adam, başını iki yana salladı; "Eşiniz evde
    değilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz" dedi.

    Akşam eşi geldiğinde, kadın karşı kaldırımdaki yaşlı
    adamlarla arasında geçen konuşmayı anlattı. "Senin evde
    olmadığını öğrenince, içeri girmek istemediler" dedi.
    Yaşlı adamların bu davranışlarını öğrenince, kadının
    eşi üzüldü. "Bir bakıversene dışarı" dedi. "Hâlâ
    oradalarsa, şimdi davet edebilirsin eve."

    Kadın kapıyı açar açmaz, karşı kaldırımdaki beyaz
    sakallı üç yaşlıyla yeniden karşılaştı. "Eşim geldi,
    şimdi evde" dedi ve onlara davetini yineledi; "Yemeğimizi
    birlikte yemek için sizi şimdi davet edebilir miyim evimize?"

    Kadının davetine yaşlılardan biri yanıt verdi; "Biz
    hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz" dedi ve kısa bir
    duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı; "Sağ
    yanımdaki arkadaşımın adı: Zenginliktir. Bu yanımda
    oturan arkadaşımın adı: Başarı, benim adım ise Sevgidir.

    Kendini ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra Sevgi,
    kadına ilginç bir öneride bulundu: "Şimdi evinize gidin
    ve eşinizle başbaşa verip, bir karara varın" dedi.
    "İçimizden sadece birimizi davet edebilirsiniz evinize.
    Hangimizi davet etmek istediğinize karar verin,
    sonra gelin, kararınızı bize bildirin."

    Kadın, Sevginin önerisini eşine anlattığında, adam
    sevinçten göklere fırladı. "Aman ne güzel, ne güzel" dedi.
    "Hangisini davet edeceğimizi bize bıraktıklarına göre,
    biz de içlerinden Zenginliği davet ederiz ve
    evimiz de bir anda zenginliğe kavuşmuş olur."

    Eşinin kararı, kadının hiç de hoşuna gitmedi.
    "Başarıyı davet etsek, daha mantıklı bir karar vermiş
    olmaz mıyız, kocacığım?" dedi.

    Kayınvalidesiyle, kayınpederinin bu konuşmasına,
    içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri
    olmuştu. Koşarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi.
    "En doğru karar, Sevgiyi davet etmek değil midir?" dedi. "Düşünsenize, evimiz bir anda sevgiye kavuşacak."

    Gelinin bu önerisi, kayınpederin de, kayınvalidenin de
    çok hoşlarına gitti. "Tamam, en doğru karar bu olacak"
    dediler. Sevgiyi davet edelim..."

    Kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu; "İçinizde hanginiz
    Sevgi? Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun..."

    Sevgi ayağa kalktı, eve doğru yürümeye başladı.
    Arkadaşları da ayağa kalktılar ve Sevginin arkasından,
    onlar da eve doğru yürümeye başladılar. Kadın, büyük bir
    şaşkınlık ve heyecan içinde, Zenginlikle Başarıya sordu:
    "Siz niçin geliyorsunuz? Ben yalnız Sevgiyi davet etmiştim."

    Kadının bu sorusuna, üç yaşlı birlikte yanıt verdiler:
    "Eğer içimizden yalnız Zenginliği ya da Başarıyı
    davet etmiş olsaydınız, davet edilmeyen ikimiz dışarıda
    bekleyecektik. Fakat siz Sevgiyi davet ettiniz. Bu durumda
    üçümüz birden gelmek zorundayız evinize."

    Ve kadının "Niçin?" diye sormasını beklemeden,
    Zenginlik ve Başarı sözlerini şöyle sürdürdüler:
    "Çünkü Sevginin olduğu her yerde, biz Zenginlik
    ve Başarı da her zaman, onun yanında oluruz.

    gerçek sevgiyi bulmanız dileğiyle...


  4. #4
    Senior Member duygu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.03.2007
    Mesajlar
    589
    Konular
    44
    Tecrübe Puanı
    0

    Ynt: duygu yüklü hikayeler

    YAŞADIĞINIZ HER GÜN ÖZELDİR !



    Eniştem; kızkardeşimin tuvaletinin en alt gözünü açtı ve
    ince kağıda sarılmış bir paket çıkardı. "Bu" dedi, "sıradan
    bir çamaşır değil." Kağıdı açtı ve çamaşırı bana uzattı.
    Zarif ve ipekliydi. Kenarları elişi dantelle süslenmişti .
    Astronomik bir fiyat taşıyan etiketi hala üstündeydi.

    "Jan bunu New York'a ilk gittiğimizde almıştı. Nereden
    baksan sekiz, dokuz yıl olmuştur. Hiç giymedi.
    Özel bir gün için saklıyordu." Çamaşırı benden aldı ve
    cenaze evine götürmek üzere ayırdığımız diğer giysilerle
    birlikte yatağın üzerine koydu. Bırakırken eli bir an
    yumuşak kumaşı okşar gibi oyalandı. Tuvaletin gözünü hızla
    kapattı ve bana döndü ve dedi ki : " Hiçbir şeyini özel
    bir gün için saklama. Yaşadığın her gün özeldir."

    Cenazeyi izleyen günlerde enişteme ve yeğenime
    beklenmeyen bir ölümün arkasından yapılması gereken
    tüm üzücü işlerde yardımcı olurken sık sık bu sözleri
    hatırladım. Kardeşimin ailesinin yaşadığı şehirden
    California'ya dönerken uçakta yine bu sözleri düşündüm.
    Kardeşimin göremediği, duyamadığı veya yapamadığı
    bütün şeyleri düşündüm. Hala eniştemin sözlerini
    düşünüyorum ve hayatım değişti.

    Artık daha çok okuyor, daha az toz alıyorum.
    Balkonda oturup bahçemi seyrediyorum, uzayan çimlere
    aldırmadan. Ailem ve dostlarımla daha çok vakit geçiriyorum ,
    iş toplantılarında daha az. Mümkün olduğu kadar sık
    "hayatın katlanılması gereken bir dertler zinciri yerine zevk
    alınacak olaylar silsilesi olarak görülmesi" gerektiğini
    hatırlatıyorum kendime. Her anın güzelliğini duyumsayarak
    yaşamak istiyorum. Hiçbir şeyimi özel günler için saklamıyorum.

    Kıymetli tabak çanağımı her "özel" olayda kullanıyorum.
    Birkaç kilo vermek, tıkanan lavaboyu açmak, bahçemde ilk
    açan çiçek gibi özel olaylarda.. En pahalı ceketimi canım
    isterse süpermarkete giderken giyiyorum. Teorime göre eğer
    zengin görünürsem, küçük bir torba erzak için o kadar parayı
    daha rahat ödeyebilirim. Pahalı parfümü özel partiler
    için saklamıyorum. Mağazalardaki tezgahların ve banka
    memurlarının burunları da, en az parti parti gezen
    arkadaşlarımınkiler kadar iyi koku alır.

    "Birgün" kelimesi dağarcığımdaki yerini kaybetti.
    Bir şey, eğer görmeye, duymaya veya yapmaya değerse, onu
    şimdi görmek , duymak ve yapmak istiyorum.

    Hepimizin "Yaşayacağımıza garanti gözüyle baktığımız
    yarını görmeyeceğini" bilseydi eğer kızkardeşim, neler
    yapardı kimbilir ? Sanırım aile fertlerini veya yakın
    arkadaşlarını arardı. Belki eski birkaç arkadaşını arayıp
    aralarında geçen sürtüşmeler için özür dilerdi.

    Belki bir lokantaya en sevdiği çin yemeğini ısmarlardı.
    Bunların hepsi birer tahmin. Kardeşimin neler yapamadan
    öldüğünü hiçbir zaman bilemeyeceğim. Ya ben ?..
    Eğer sayılı saatimin kaldığını bilseydim, yapamadığım şeyler
    olduğu için kızardım. Yazmayı ertelediğim mektupları yazmadığım
    için kızardım. "Bir gün ararım" dediğim dostları görmediğim
    için kızardım. Eşime ve kızıma onları ne kadar çok sevdiğimi
    yeterince sık söylemediğim için kızardım. Artık hayatlarımıza
    kahkaha ve renk katacak hiçbir şeyi yarına ertelememeye,
    duygularımı dizginlememeye çalışıyorum.

    Ve her sabah gözlerimi açtığımda kendime o günün
    "Özel bir gün" olduğunu söylüyorum. Her gün,
    her dakika, her nefes gerçekten Allah'tan bize bir armağan.

    (LOS ANGELES TİMES YAZARLARINDAN ANN WELLS'İN YAZISI

    kimsenin ya da hiçbirşeyin sizi üzmesine izin vermeyin.. mutluluk, gülümseme siz istemeseniz de daima yanınızda olsun...

  5. #5
    Senior Member duygu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.03.2007
    Mesajlar
    589
    Konular
    44
    Tecrübe Puanı
    0

    Ynt: duygu yüklü hikayeler

    HERKES İÇİN BİRAZ MUTLULUK



    Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi.
    Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu
    bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile.

    Bu adam, bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor? Birisi nasıl
    olduğunu sorsa; “Bomba gibiyim” diye yanıt verirdi hep..
    “Bomba gibiyim.” Jerry bir doğal motivasyoncuydu...

    Yanında çalışanlardan biri, o gün, kötü bir günündeyse,
    Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı.

    Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni... Bir gün Jerry’ye
    gittim. Anlayamıyorum dedim.. Nasıl olur da, her zaman,
    her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun...
    Nasıl başarıyorsun bunu?

    Her sabah kalktığımda kendi kendime Jerry bugün iki
    seçimin var: Havan ya iyi olacak, ya kötü.. derim.
    Havamın iyi olmasını seçerim. Kötü bir şey olduğunda gene iki
    seçimim var: Kurban olmak, ya da ders almak.

    Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim.
    Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, gene iki seçimim var..
    Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını
    göstermek. Ben hayatın olumlu yanlarını seçerim.

    Yok yahu, diye protesto ettim. Bu kadar kolay yani?
    Evet.. Kolay dedi Jerry.. Hayat seçimlerden ibarettir.
    Her durumda bir seçim vardır. Sen her durumda nasıl
    davranacağını seçersin. Sen insanların senin tavrından nasıl
    etkileneceklerini seçersin. Sen havanın, tavrının
    iyi ya da kötü olmasını seçersin...
    Yani sen, hayatını nasıl yaşayacağını seçersin!..

    Jerry’nin sözleri beni oldukça etkiledi. Onu, uzun yıllar
    görmedim. Ama, hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek
    yerine, seçim yapmayı tercih ettiğimde hep onu hatırladım.

    Yıllar sonra, Jerry’nin başına çok tatsız bir şey geldi. Soygun
    için gelen hırsızlar, paniğe kapılıp, Jerry’yi delik deşik etmişler...
    Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış.
    Taburcu edildiğinde, kurşunların bazıları hala vücudundaymış.

    Ben onu, olaydan altı ay sonra gördüm.
    Nasılsın? diye sorduğumda, Bomba gibiyim dedi
    Bomba gibi. Olay sırasında neler hissettin Jerry dedim.
    Yerde yatarken, iki seçimim var diye düşündüm..
    Ya yaşamayı seçecektim, ya ölümü.. Ben yaşamayı seçtim.

    Korkmadın mı, şuurunu kaybetmedin mi !..
    Ambülansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı.
    Bana hep İyileşeceksin merak etme dediler.
    Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla
    sürerlerken, doktorların ve hemşirelerin yüzündeki
    ifadeyi görünce ilk defa korktum.Bu gözler
    bana; Bana adam ölmüş diyordu. Bir şeyler yapmazsam,
    biraz sonra ölü bir adam olacaktım gerçekten..

    Ne yaptın? diye merakla sordum..
    Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak
    herhangi bir şeye alerjim olup olmadığını sordu..
    Evet diye yanıt verdim.. Var.. Doktorlar ve hemşireler
    merakla sustular.. Derin bir nefes alarak kendimi
    toparladım ve bağırdım: Benim kurşunlara alerjim var !..

    Doktorlar ve hemşireler gülmeye başladılar. Tekrar bağırdım..
    Ben yaşamayı seçtim. Beni bir canlı gibi ameliyat edin.
    Otopsi yapar gibi değil..

    Jerry, sadece doktorların büyük ustalıkları
    sayesinde değil, kendi olumlu tavrının büyük
    katkısı ile yaşadı. Yaşaması bana yeni ders oldu.

    Hergün, hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız
    ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim..
    Ve her şeyin kendi seçimimize bağlı olduğunu..


    Bu yazıyı okudunuz. Şimdi iki seçiminiz var:

    1. Unutup gitmek.
    2. Kesip saklamak,
    fotokopisini çıkarıp, dostlarınıza dağıtmak..

    Ben, ikincisini seçip bunu sizlerle paylaşmayı tercih ettim.



    Francie Baltazar-Schartz

  6. #6
    Senior Member duygu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.03.2007
    Mesajlar
    589
    Konular
    44
    Tecrübe Puanı
    0

    Ynt: duygu yüklü hikayeler

    HİÇ HAYALLERİNİZDEN SIFIR ALDINIZ MI ?


    Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak
    atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin
    genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle
    çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı.
    Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak
    istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası..
    Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine
    sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir
    kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı.
    Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi.
    Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi.
    Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000
    metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.
    Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev,
    tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı.
    Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir
    "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.
    "Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk..
    "Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal"
    dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun.
    Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir.
    Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da
    alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi:
    "Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden
    yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."
    Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.
    "Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin.
    Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!."
    Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir
    değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına..
    "Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi..
    "Ben de hayallerimi..".....



    O orta 2 öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki
    1000 metrekarelik evinde oturuyor.
    Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde
    çerçevelenmiş olarak asılı.
    Öykünün en can alıcı yanı şu: Aynı öğretmen,
    geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi.
    Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine "Bak" dedi,
    "Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken,
    hayal hırsızıydım. O yıllarda
    öğrencilerimden pek çok hayal çaldım.
    Allah' tan ki, sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın."



    hayallerinizden vazgeçmeyin..

  7. #7
    Senior Member duygu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.03.2007
    Mesajlar
    589
    Konular
    44
    Tecrübe Puanı
    0

    Ynt: duygu yüklü hikayeler

    KÜÇÜK ÇİN BALIĞI

    Birgün, bir denizde, onsekiz, yirmi metrede, küçük bir
    balık yanaştı kulağıma... Balıkça bilirmisin dedi...
    Bilmezmiyim... Hemen başımı salladım. Dinle dedi,
    sana bir sır vereceğim... Neymiş o dedim...
    Ağzımdan kabarcıklar merakla yükseldi... Aşığım dedi
    küçük balık çok aşığım... İşte o günden beri
    kıskanırım küçük balıkları için için...
    Küçük balıkla dost olmayı düşledim...
    Bir deniz kestanesi kırdım, mutlu düşleri, başka
    bir balığın peşinde yedi, deniz kestanesini...
    Adın ne senin dedim usulca.. Adım mı ? bilmem...
    Benim adım yok, ben balığım dedi...
    Peki sana küçük çin balığı desem olur mu? dedim...
    Seni mutlu mu edecek dedi... Belkide eder kimbilir..
    Peki benim adım küçük çin balığı olsun dedi, yüzdük,
    yüzdük, yüzdük... Yoruldum dedim, biraz dinlenelim mi?
    Yüzüme baktı, olur dedi küçük çin balığı... dinlenelim.
    Niye yüzüme baktığını anlıyamadım, sorsam mı dedim;
    soramadım, ağzımın ucunda bir soru kaldı ve küçük çin balığı
    bunu farketti.. Toparlandım hemen, nereye yüzüyorduk?
    Bir yerlere mi yüzmeliydik dedi, bilmem dedim gayriihtiyari
    bilmem... Yüzüyorduk öylece dedi küçük çin balığı.
    Yetmez mi ki, bu sana... Yeter, yeter dedim. Dedim ama..
    İçimde garip bir şey kıpırdadı adını koyamadım. Öylece
    yüzmeye devam ettik, öylece... Sanki yıllardır düşlediğim,
    hedefi olmayan, sadece elini tuttuğumda içiminin ısındığı
    bir sevda gibi.. Öylece yüzüyorduk...Ben, bir adam,
    o, bir balık... Küçük çin balığı...
    Sanki düşlerimi okudu istersen ayrılalım dedi...
    Neden, nedenmiş o? İstersen ayrılalım ona yaklaşıyoruz..
    O mu? O da kim?
    Ne çabuk da unuttun... hani sırrım, hani aşık olduğum...
    Bir yudum sessizlik düğümlendi içimde... Onca
    sessizliğin içinde zamanımıydı şimdi? Neler oluyor bana...
    Bu oksijen narkozu olmalı, biraz yukarı çıkmalıyım..
    İki metre, evet evet.. İki metre yeter..
    Vedalaşmadan mı gidiyorsun?
    Ne diyebilirim, sen, bir düş değil misin...
    Sen, benim düşlerimin küçük çin balığı değil misin...
    Usulca süzüldü, yanağıma sokuldu,
    soğuk suların tüm sıcaklığıyla...
    Tüpüm bitmek üzere.. Çıkmalıyım.. Dönünce?...
    Bekleyeceğim seni, kendine iyi bak,
    böyle hüzünlü bitmesin dedi ve maviliklerin
    içine doğru süzülüp kayboldu...
    Anlamsız, içim boş, yükselmeye başladım.
    Çıktığımda yanımdakiler telaşlıydılar... İyimisin?
    Biraz şöyle uzan istersen... Ayşegül de belli etmemeye
    çalıştığı panikle yanağımı tuttu, canım, iyisin değil mi?
    Başımı salladım, gözlerine bakamadım... Herşeyi bir anda
    eleveririm gibi... Vazgeçsen şu sevdadan, her seferinde
    böyle beklemek... Vazgeçmek mi bu sevdadan dedim,
    usulca, daha neresindeyim onu bile bilmeden....
    kıyıya akşamın hüznü çöktü...
    En sevdiğim saatlerde, keyifsiz yudumladım rakıdan..
    Ayşegül, kadınsal içgüdüleriyle huzursuz,
    bense bir balığa........Saçmalıyorum..
    Hep istediğim şey oluyor, sistemli deliriyorum, evet...
    Evet, işte böyle olsa gerek, sistemli deliriyorum...
    Toplanıp gitmek istiyorum herşeyi.. Elbiselerimi, tüpümü,
    herşeyi.. Ayşegül de dahil, herşeyi bırakıp gitmek istiyorum...
    Anlamsız bir hırsla eşyalarımı topladım...
    Valizim tıkış tıkış, içim de öyle.. Ve içimden kaçıp kopmak
    geliyor yaşamdan, kopup esmek dağlara doğru...
    Ama ya, ömrüm boyu, yakama yapışırsa küçük çin balığı...
    Ya, yaşamım boyunca, soğuk suların sıcak öpücüğü gibi
    rüyalarımı basarsa... Tüm bitiremediğim aşklarımdan
    biri olursa. Düşüncelerime inanamıyorum.
    Liseli gençlerin aşkı kokuyor... Yok yok...
    Tekrar dalmalıyım, bu salakça düşü noktalamalıyım...
    Sabahın ilk ışıklarıyla terleyerek uyandım. Elbiselerimi,
    paletimi zor topladım. Sahilin ıssızlığında giyindim, henüz
    güneşin ısıtamadığı sularda ürperdim. Yavaşça mavinin
    büyüsüne bıraktım kendimi... Liseli heyecanım başladı.
    Soğuk suların içinde ellerim terledi, ilk aşkımı hatırladım..
    Aşkımı mektupta ilan edebilmiştim... O da kabul etmişti.
    Sonra buluşmaya karar verdik. O nu ilk gördüğümde
    düşecekmiş gibi olmuştum. Bunu nasıl da unutmuşum...
    Dudaklarımın ucuna salakça bir liseli gülümsemesi yapıştı,
    öylece süzülüyorum mavilere. Biran önce havamı
    bitirip çıkmak ve bu salakça düşe son vermek için...
    Binlerce balık süzülüp geçiyor yanıbaşımdan oraya buraya
    dağılıveriyor... Ben se, küçük çin balığını arıyorum...
    Belki de umutlarımı, küçüklüğümden beri kurduğum düşleri,
    küçük olduğum için savaşamıyıp kaybettiğim aşkımı...
    Kısacası kendimi arıyorum...
    Ya ben dedi, küçük çin balığı yumuşacık bir sesle... Ya ben!..
    Binlerce volta tutulmuş gibi sıçradım soğuk suların içinde.
    Sular kaynadı, kaynadı da yaktı beni sanki...
    Bir nefes daha almayasım geldi tüpümden,
    öylece kendimi bırakıvermek maviliklere... Ama sen.. Sen,
    diye şaşkın kekeledi küçük çin balığı... Sen bana... Evet,
    küçük çin balığı, ben sana... İçimde yılların boşluğu doluverdi..
    Bir söz, üstelik bir tamamlanmamış söz... Donduk, donduk da
    kaldık sanki öylece. Laf bitti koskoca denizde. Laf bitti...
    Nolucak şimdi dedim... Hiç dedi; yüzeceğiz.
    Sen, daha mutlu. Ben, şaşkın ve düşünceli...
    Neden şaşkın ve düşünceli diyemedim...
    Unutma, ben aşığım dedi, şimdiyse şaşkın,
    sen yıllardır düşlediğimsin, olamıyacak hayalimsin
    ve işte karşımdasın, ansızın çıkıpgeldin, beni, çok
    etkiliyorsun ama ben, yine de aşığım...
    Yüzdük, lafın bittiği denizlerde...
    Mavilikler bir garip, artık eski renginde değil.
    Sanki, sanki küçük çin balığının pırıltıları solmuş.
    Sanki, küçük çin balığı, tanımlıyamadığı
    garip bir hüzün dalgasında sürükleniyor.
    Elimi uzattım... Yüzüme dostça bir gülücük oturttum...
    Oysa içim?.. Havam bitmek üzere...
    Biliyorum dedi, benim de zamana ihtiyacım var, bunu da
    sen biliyorsun, ama dostluğum hep yanında olacak...
    Bakışlarımı gizledim, anlamlarını körelttim,
    aklımı onda bırakıp, yukarıya süzüldüm ..
    Ayşegül sahilde öylece hareketsiz...
    Yanıma gelmedi, gittim yanına oturdum...
    İkimizde denize dönük... Nasıl bir oyun bu dedi,
    sesinin son enerjisi ile nasıl bir oyun bu?..
    Bilmem dedim, bilmem... Belki de ölümcül

  8. #8
    Senior Member duygu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.03.2007
    Mesajlar
    589
    Konular
    44
    Tecrübe Puanı
    0

    Ynt: duygu yüklü hikayeler

    ÇİÇEKLE SUYUN HİKAYESİ


    Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.

    İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder
    birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için.

    Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan
    içi içine sığmaz artık ve anlar ki, su'ya aşık olmuştur.

    İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar,
    "Sırf senin hatırın için ey su" diye...

    Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı
    birşeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki,
    çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.

    Günler ve aylar birbirini kovalalar ve çiçek acaba
    "Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar.

    Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek,
    alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.

    Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni
    seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek
    yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der.
    Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler...

    Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz
    etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der.

    Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der
    ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek
    artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.
    Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler
    çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine...

    Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla
    başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben,
    gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum
    karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır
    nedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene eder
    çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumu
    ümitsiz artık elimizden birşey gelmez."

    Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık
    nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir
    bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum...
    Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.


    Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece
    "Seni seviyorum" demek yetmemektedir...


  9. #9
    Senior Member duygu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25.03.2007
    Mesajlar
    589
    Konular
    44
    Tecrübe Puanı
    0

    Ynt: duygu yüklü hikayeler

    Çirkin Postacı


    Dünyanın bana zindan olduğu günlerdi. Sanırım birkaç defasında da
    evden ağlayarak dışarı çıkmıştım... Hayatım kararmıştı da bir ışık
    bekliyordum sanki ama yoktu. İşte böyle düşündüğüm günlerde
    daire kapıma sıkıştırılmış bir Mektup buldum. Hayretle baktım
    üzerinde göndericisi yazmayan zarfa. Sonra odama girip açtım...


    "Acıları paylaşmak insanların vazifesidir" diyordu. "Senin geçtiğin
    sokakta ben de vardım. Ama bir sokakta ya ben olmamalıydım
    veya paylaşılmamış acılarını içinde gezdiren bir insan!..."


    Mektubun sonunda da isim yazmıyordu. Peki kimdi bu?
    Kimdi, neden yazmıştı bu notu ve neden bana yazmıştı?
    Aslında hoş sözlerdi...Ve aslında bir mektuba da deliler gibi
    ihtiyacım vardı. Acaba dediğini yapacak mıydı, yazacak mıydı
    her gün?.. Bunu zaman gösterecekti. İlk gün kafam karıştı.
    Hem kendi problemlerimi hem dün gelen mektubu, hem de
    yeni mektupların gelip gelmeyeceğini düşünüyordum. Sonraki gün
    posta kutumda beyaz bir zarf buldum. Kalbimin çarptığını hissettim...
    Yazı aynıydı, odama girip okumaya başladım mektubu.

    Bu inanılmazdı.. Bir bardak su içercesine bitiverdi mektup.
    Doymadım! Bir bardak su daha almış gibi kendime ve
    susuzluğumu kandırır gibi yeniden okudum altı sayfayı...
    Sanki tanıyordu beni, sanki yıllardır dertleşiyordum onunla...
    Altıncı sayfanın sonunda diyordu ki; "Yarın yine yazacağım..."
    Yarın yine yazdı, öbür gün yine..Ve sonraki günler yine yazdı...

    Her mektubunun sonunda, yarın yine yazacağına ait not vardı
    ve her gün de dediğini yapıyordu. Her gün işyerinden dönerken
    kalbim çarpıyordu heyecanla... Her gün görüyordum posta kutumun
    bugün de boş olmadığını ve gariptir; artık yapayalnız olmadığımı,
    kalbimin boş olmadığını hissediyordum. Bu mektuplar yüreğime
    giriyor sıkıntılarımı eritiyor ve beni yarınlara doğru itiyordu.
    Zannediyordum ki; bunlar olmadan yaşayamayacağım.
    Öylesine alışmıştım ki onlara, olmasalar sanki nefes alamayacağım!...
    Vakit buldukça oturup eski mektupları bile yeniden okuyordum.
    Zaman geçti ve zamanla beraber sıkıntılarımda geçti.
    O günlerden geriye sadece eski mektuplar kaldı. Bir gün içimde
    karşı koyamadığım bir merak peydahlandı; kimdi bu?
    Nasıl biriydi? Onunla ilgili her şeyi merak etmeye başladım.
    O her gün yazıyordu ve nasılsa her gün yazmaya devam edecekti.
    Bundan emin olduğum için de, yazılarında anlattıklarından çok
    nasıl bir kalemle yazdığına, neden bu kağıdı seçtiğine, yazı stiline
    aklımı takmaya başladım... Yazıları öylesine deva olmuştu ki bana,
    onunla ilgili her şey de mükemmel olmalıydı. Ama her şey...

    O gün evde kalmıştım. Kahvaltı yapmış ve bu harika mektupların
    en azından nasıl birisi tarafından getirildiğini görmeyi koymuştum
    kafama... Öğle vaktine doğru sokağa giren postacıyı gördüm.
    Koşarak aşağı indim. Mektubumu kutuya bırakmıştı, eli henüz
    havadaydı...Göz göze geldik. Aman Allahım... Aman Allahım,
    bu ne kadar çirkin bir adamdı böyle! Dondum kaldım... O da başını
    eğdi döndü ve gitti. Orda öylesine bekliyordum şimdi...
    Kutuyu açıp mektubu bile alamıyordum. Bunca zaman, bunca
    güzel bir mektubu, bu kadar çirkin biri mi taşımıştı? O öptüğüm,
    kokladığım, göğsüme bastırdığım, yastığımın üzerine koyduğum
    mektuplarıma benden önce bu adamın mı eli değmişti?
    Saçmaladığımı biliyordum ama böylesine güzel duygularıma
    bu çirkin yaratık karıştı diye az önce getirdiği zarfı alamıyordum.
    Kapıyı açtım, dışarı çıkıp bir adım attım. Çoktan gitmişti. Neye olduğunu bilmiyordum ama çok kızgındım. Zarfa dokunmadan çıktım yukarıya.
    Odama girdim, eski mektuplarıma baktım. Biliyordum, onlar benim
    en zor günlerimle bugünüm arasında köprü olmuşlardı, ama onlara da dokunamadım. Bu güzelliğe bu çirkinliği yakıştıramıyordum!

    Ertesi gün iş dönüşü baktım ki, kutuda hâlâ o aynı kirli mektup var!
    Almadım. Sonraki gün baktım; aynı mektup yine yapayalnız beklemekte.
    Bir kaç gün sonra ise kutuya bile dönüp bakmamaya başladım...
    Altı yedi hafta sonra dünya yine karanlık gelmeye başladı bana.
    Bir dosta, bir morale ölürcesine ihtiyaç duymaya başladım...
    Her şey çok ağırlaşmıştı yeniden. Uyku bile uyuyamıyordum.
    Mektup aklıma geldiğinde gece yarısını geçiyordu. Tereddüt
    bile etmeden aşağı indim, kutumu açtım ve mektubu aldım.

    Bir saat içinde üç defa okumuş, özlemiş olarak göğsüme bastırmış
    ve uzun zamandır ilk defa böylesine huzur içinde uyuyabilmiştim.
    Bunlar benim ilacımdı biliyordum. En çok o gün merak etmiştim,
    bir daha ne zaman yeni bir mektup geleceğini... Ve o akşam gözlerime inanamadım; kutumda mektup vardı. Yazı aynıydı, zarfta yine isim
    yoktu. Üstelik bunda postanenin damgası da yoktu...


    Açtım zarfı;içindeki kısacık mektupta şunlar yazıyordu;
    "Sana gelmiş bir mektubu kırk sekiz gün okumamakla ne kazandığını
    bilmiyorum... Ama artık benim sana yazmaya vaktim olmayacak.
    Çünkü tayinim çıktı ve bugün başka bir şehre gidiyorum. Hoşçakal!

    Çirkin Postacı..."


    Donmuş kalmıştım şimdi... Derin bir pişmanlık düğümlendi boğazıma,
    hıçkırarak eve girdim. Çantamı açtım; tarakların,rujların ve diğer
    karışıklığın arasında bulduğum mavi göz kalemiyle, bir kağıda;
    "Lütfen bana tekrar yaz" yazıp posta kutuma koydum.

    Bir daha hiç kilitlemediğim kutuda,
    aynı notum iki yıldır yapayalnız bekliyor...

    çok etkilendimm...

  10. #10
    Junior Member cansu_reyhan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    09.06.2007
    Mesajlar
    7
    Konular
    0
    Tecrübe Puanı
    0

    Ynt: duygu yüklü hikayeler

    duygu süper hepsi harika ellerine sağlık

 

 
Sayfa 1/2 12 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

Konuyu Favori Sayfanıza Ekleyin

Konuyu Favori Sayfanıza Ekleyin

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •